Salah Birsel, 1947-1972 yılları arasında yayımladığı ilk beş ve 1993’ten sonra yayımladığı dokuz1 şiir kitabı ile Türk şiirine hatırı sayılır bir miras bırakmış şairlerimizdendir. Haydar Haydar’dan (1972) sonra 1993’e kadar günlük ve özellikle deneme türünde çokça yazmasına rağmen şiir kitabı yayımlamamış olması, Birsel şiirinin günümüzde hak ettiği ilgiyi yeterince görememesinin başlıca sebeplerinden biridir.
Garip’in, şiir ortamını domine ettiği bir dönemde şiire başlamış olması, akabinde 50’lerden sonra İkinci Yeni şiirinin yayılması, Birsel şiirinin öne çıkmasını engelleyen diğer bir etkendir diyebiliriz. Garip edasıyla şiire başlamış ve İkinci Yeni şiiri ile birlikte şiirini değiştirmiş geliştirmiş bir şair olarak algılanmış, bu nedenle tıknefes bir ilgiye maruz bırakılmıştır. İlginçtir, günümüzde edebiyat mahfillerinde nadiren konuşulan şairlerden biri olmasına rağmen, akademilerin ilgi odağı olmaya devam etmektedir; ne var ki, tezlerin çoğunda şiirlerinden çok denemeleri, günlükleri ve 1952’de yayımladığı Şiirin İlkeleri adlı kitabı öne çıkmaktadır.
Birsel hakkında yazılmış en kapsamlı ve en etkili yazılardan biri Yücel Kayıran imzasını taşıyor. Yazının yazılış tarihinden olsa gerek, son kitaplarını içermeyen fakat Haydar Haydar’a kadar olan şiirleri hakkında ufuk açıcı tespitlerde bulunan Kayıran bile yazının bir yerinde Birsel’i İkinci Yeni’nin “manyetik alanı” içinde değerlendirir:
“Salah Birsel’in Ases adlı yapıtı da içeriklendiriliş ve söyleyiş tarzı bakımından, yazıldığı dönemin yaygın şiir anlayışı içinde, özellikle Cemal Süreya şiirinin manyetik alanı içinde yer alır.”2
Enis Batur’un, Birsel şiirinin hem hakkını teslim eden, hem de neden kıyıda köşede kaldığını açıklayan aşağıdaki satırlara da “pek az” da olsa İkinci Yeni gölgesi düşmektedir. “Düpedüz jilet etkisi yapmıştır” demekle aslında Birsel şiirini överken, bir yandan da İkinci Yeni’den “diskalifiye” edilmesine hayıflanır gibidir:
“Her şiir atılımı birinci ve ikinci kemanlardan oluşur; II. Yeni’de olduğu gibi. Salah Birsel’in şiiri marjinal bir çizgi çektiği, merkez’in beklentisine önceleri pek az karşılık verdiği, sonraları sözgelimi Haydar Haydar’la birlikte bu karşılığı neredeyse hiçe indirdiği için çoğu zaman kategori-dışı bırakılmıştır. Nedensiz bir diskalifikasyon değildir bu demek ki: Solo keman gösterileri, hele şiir söz konusu oldu mu, Pazar’ın sindirim sistemine her zaman ağır gelmiştir. Salah Birsel’in şiiri ise, bu çerçevede düpedüz jilet etkisi yapmıştır.”3
Turgut Uyar da teknik ve biçim bakımından İkinci Yeni’nin önceki kuşaklar üzerindeki etkisini irdelerken Birsel’in de -kişiliğine bağlı kaldığını teslim etse de- bu kervana katıldığını ima eder:
“Örneğin Salah Birsel, bu yıl yayınladığı şiirlerle, bir yönü ile gene kendi eski şiirine, kişiliğine bağlı birtakım denemelere girişmiştir.”4
Birsel şiirinin İkinci Yeni’ye “borcu”nu gösteren tespitleri çoğaltmak mümkün; pekiyi de İkinci Yeni şairleri Birsel şiirine büsbütün kayıtsız mı kaldı? Bu yazıda, Salah Birsel’in özellikle Hacivatın Karısı (1955), Ases (1960) ve Haydar Haydar(1972) adlı kitaplarıyla bazı açılardan Ece Ayhan ve Cemal Süreya özelinde İkinci Yeni şiirine esin kaynağı olduğunu öne süreceğim. Bu vesileyle Salah Birsel şiirinin yaşayan yönlerinin tekrar hatırlanması bile sebebi telif sayılabilir.
İlk şiiri 1937’de yayımlanan Salah Birsel, Garip, 1940 kuşağı ve İkinci Yeni ile aynı dönemde şiir yayımlamaya devam eder. İlk gençlik yıllarından itibaren Yeni ses (1941), İnsan (1943), Yenilikler (1946), Nokta (1951) gibi birçok dergi çıkarır, yayın kurulunda bulunur. İkinci Yeni’nin henüz ortalarda olmadığı bir dönemde bireysel olarak yayımlanmış ilk poetik kitap olarak kabul edilen Şiirin İlkeleri’ni (1952) yayımlar.
Birsel’in henüz çocukluk yıllarında, babasından Şair Eşref’in şiirleri dinlediğini kendisinden öğreniyoruz:
“Diyeceğim, ben daha ilk yaşlarımda Eşref’in şiirleriyle alevlenmiştim. Babamın güçlü bir belleği vardı. En çok da Eşref’in ve kendi çağının ozanlarından Kazım Paşa’nın şiirlerini okurdu. Hagaragort yazmak gerekirse, Kazım Paşa’nın değil ama Eşref’in şiirleri daha sonraki yıllarda da beni çekip çekip bırakmıştır.”5
Nüktedan, sarakacı, yergici bir mizaca sahip olan Birsel için mutlu bir edebi tesadüftür bu. İlk şiirlerinden son şiirlerine, dahası, denemelerine kadar eleştirel zeka ürünü olan kara bir mizah, hınzır, “yırtık” bir sokak ağzı Birsel poetikasının ayırt edici bir unsuru haline gelir. Birsel şiirinin diğer bir alametifarikası da yapıya verdiği önemden anlaşılabilir. Şiire giren sözcükler kadar şiirin dışında bırakılan sözcüklerin de şiiri belirlediğini öne sürecek kadar yapı üzerine kafa patlatır. Şiirin gücünün konusundan değil yapısından geldiğini 1952’de yayımladığı Şiirin İlkeleri’nde “Biçim, Hep Biçim” başlığı altında belirtir.6 İkinci Yeni’nin çıkışı ile birlikte spota çıkan şiirde anlam konusunu bu tartışmalardan önce Şiirin İlkeleri’nde anlamın lehine çözmüş gibidir:
“Doğrusu şiirin hiçbir anlamı olmaması değil, şiirin bir anlamı bağırmaması gerekir. Anlamın şiirde öyle pek önemli şeylerden olmadığını galiba Haşim söylemiştir.”7
Şuraya varabiliriz: Özellikle Ases ve sonrasında Salah Birsel şiirinin İkinci Yeni ile ilişkilendirilmesi, şiirde ironi, biçimcilik ve anlam/anlamsızlık meselelerinin İkinci Yeni’den sonra ayyuka çıkmasından dolayıdır. Artık söyleyebiliriz, İkinci Yeni şiiri çıkmasa bile Birsel, hem ilk şiirleri hem de şiir üzerine yazıları ile hâlihazırda bu yolun yolcusuydu. Nitekim İkinci Yeni şiirlerinin edebiyat ortamını belirlediği dönemde de o, bir yandan şiirimizdeki bu yenilikçi atılımı yakından takip etmiş, öte yandan bildiği yoldan gitmeye devam etmiştir. Nedir bu yol? İkinci Yeni ile ilişkilendirilemeyecek bir yanı var Birsel şiirinin; okurun beklentilerini tatmin etme telaşına düşmeden, dahası, okuru ters köşeye yatırmayı da göze alan bir açık seçikliğin peşindedir:
“Ben yazılarında açıklık ve seçiklik bulunmayan yazarın anlattığı şeyi kendisinin anlamış olacağından da kuşkulanırım. Şiirlerine birtakım çınçınlı düşler sokuşturan ozanlar da bu yüzden hayal yoksulu sayılmalıdır.”8
Okurun şiire, eski alışkanlıklarla sınırlandırılmış bir beğeniyle yaklaştığının farkında; ancak bu farkındalık entelektüel umursamazlıktan çok söylediklerini okura inandırma çabasına dönüşür:
“Yaşamın hiçbir şey öğretmek, anlatmak istememesine karşılık, sanatçı okuyucuyu sözlerine inandırmakla yükümlüdür.”9
Alaycı bir söyleyişe yaslanan, rastlantıya, sezgiye handiyse yer bırakmayacak matematiksel bir zekâyla işleyen anti-lirik bir şiire daha yolun başındayken soyunuyor Birsel. İkinci Yeni ile ilişkilendirilmiş olmasına kendisi ne derdi acaba? Merakımızı giderecek soruyu Enver Ercan, Birsel’le yaptığı bir söyleşide Ases’i de dahil ederek soruyor ve aşağıdaki cevabı alıyor:
“Ben şiirimin yalın bir temele oturmasını daha ilk günden sürdürmüşümdür. Ases’teki şiirler de ondan öncekilerin, kesinkes uzantılarıdır… Ne var, benim Ases’teki şiirlerim olsun, öbür kitaplardaki şiirlerim olsun hiç mi hiç, İkinci Yeni’nin yanından geçmemiştir. Çünkü humour (gülmece-güldürmece), ironi (alaysama) yaşama sevinci, toplum yergisi genellikle benim şiirlerimde vardır. İkinci Yeni’nin şairlerinin kimisinde, az buçuk ortaya çıkmışsa bu, onların bana yaklaştığını gösterir (vurgu bana ait). Sizin ‘dil giriftleşti’ dediğiniz şey de dizelerimin renklenmesidir. Bir nokta daha var. Ben her şiirimde yeni bir yapı ardından koşmuşumdur. Bir şiirde kullandığım yapıyı, bir başkasında yinelememişimdir. Sanırım sizin dikkatinizi çeken bu olmuştur.”10
1947’de yayımladığı ilk kitabı Dünya İşleri’ndeki “Bulut Geçti” adlı şiir, dönemin aile ahlakı anlayışına ters bulunur ve Salah Birsel’i iki yıl mahkemeyle uğraştırır.11
“Sen şimdi kocanın evinde oturursun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar
Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça”12
Cemal Süreya’nın “Şu da Var” şiirindeki “Kızlığın masanın üstünde/ Kocana saklıyorsun” dizelerine bu şiirin ilham vermiş olabileceğini düşünebilir miyiz?
Salah Birsel, Orhan Veli etkisini neredeyse sıfırladığı, Garip şiirinden sıyrılıp kendi yolunu bulduğu ikinci kitabı Hacivatın Karısı’nda da aynı izleği sürdürür, evlilik kurumunun yergisi. Başrolde hafifmeşrep iki kadın, biri sevgili, diğeri eş; Güzin ve Kamer Hanım. İlkinin üzerine dört; ikincisine yedi şiir yazılır bu kitapta.
“Ben Güzin’i düşünürken
Güzin’in de düşündükleri vardı
İnce inceydi parmakları
Minnacık bir yüzü vardı”13
Bir aşırı yorum daha yapmayı göze alarak, Cemal Süreya’nın “Şiir” adlı şiirindeki aşağıdaki mısraların da Birsel şiirinden nem kaptığını öne süreceğim:
“Güzin utanmak gerektiğini ileri sürüyor
Boyuna ileri sürüyor, gözleri mavi
Güzinciğim ufak bir kadın bir öpüşlük canı var”
Bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için hemen şunu teslim edeyim: Konumuz intihal değil, bir şairi diğeriyle boy ölçüştürmek hiç değil. İyi şiir, bir başka şiirin nefesini açabilir, ikincisinin sesinin daha gürbüz ya da soluk olması da konu dışı. İkinci Yeni’den sonra şiirini değiştirdiğine dair, haksız, abartılı tespitlere maruz kalmış bir şairin şiirini olabildiğince yerli yerine oturtma çabası bizimkisi.
Birsel’in Garip şiirini okuyuşu, kavrayışı da bir kendine haslık taşır. İlk şiirlerinde Orhan Veli sesi sezilse de Birsel’de, Orhan Veli’de olduğu gibi eski şiire karşı “ters şiir” motivasyonu görülmez. Yahya Kemal’in iktidara sataşmayan, memnun tavrını eleştirdiği “Mevsim iyi nah evren iyiyken/ Atlamış sessiz gemiye o da”14 gibi dizeleri yazsa da bu tür şiirleri iki elin parmaklarını geçmez. Eski şiirle kavga, başka bir deyişle “geleneği eskitme” derdinde değildir, ona göre “şair yeni bir beğenisi olan adamdır”15, şiirlerini bu kendine özgü “yeni beğeni”nin motivasyonuyla yazdı. Artık tedavülde olmayan, unutulmuş sözcükleri özenle seçip canlı, “hoplar zıplar” hale getirme çabası da bu motivasyonun ürünüdür. Birsel şiiriyle ilgili belki de en hakkaniyetli tespitlerden biri Cemal Süreya’ya ait:
“Salah Birsel de etkilenmedi İkinci Yeni’den. Üstelik Salah Birsel’in en yakın arkadaşları İkinci Yeni ile gelen gençlerdi. Ama o zaten, Orhan Veli ve arkadaşlarıyla da şiirsel planda pek anlaşamamış, başka noktalarda varolmuştu.”16
Salah Birsel’in bu bildiğini okuyan, “teli koparan, ahengi bozan” tavrı 60’lı yıllarda da devam eder. Burjuvalıktan bireyciliğe kadar yığınla eleştiriye maruz kalan İkinci Yeni şairlerinin şiirleri de dahil, toplumsal, hadi söyleyelim, politik meselelerin şiirde başrol oynadığı yıllar… Şair 24 saat entelektüel, 24 saat aşık, politik, ironik, kahraman, erotik, deneyci -varın siz örnekleri çoğaltın- olamayacağına göre, yaşamın zili nereden çalıyorsa şiirinin de oraya kulak kesilmesi olağandır. Şiirin ele avuca sığmazlığı, tek bir alana indirgenememesi de bundan. Birsel bu dönemde de “büyük anlatı”lara, iri laflara, didaktik, angaje söyleme kuşkuyla bakar. “Pakistan” adlı şiirini başkasının ağzından şöyle anlatacaktır Birsel:
“İyi haber alan kaynaklara bakılırsa, şairimiz bu şiiri daha çok, bir konuyu dile getirmek için hemen destana sarılan ulu şairlerimize ders, küçük bir ders olsun diye yazmıştır. Yani şiir, küçük bir şiirin, destandan daha semiz ve daha domuz (vurgu bana ait) olabileceğini anlatmak yolunda kesilmiştir.”17
70’li yıllarda yazdığı ve “siyasanın en ağır bastığı”18 kitabı olarak addettiği, Haydar Haydar’daki “Kuzuname” şiiri, Birsel’in sürekli değişen ama kişiliğini kaybetmeyen şiirinin tam bir numunesidir:
“Telefonlar çalacak
Bu bir korkunun dağıtılmasıdır
…
Telefonlar çalacak ve trak
Bir kuzu daha alnından”19
Bu şiirin üzerinden 40 yıl geçti ve bugün dahil hiçbirimizin alnı, iktidarların koltuğunu kaybetme korkusuyla elinde tuttuğu namludan azade değil. “Şairin kaygılarından biri de şiirinin yaşamla dolup taşması olmalıdır”20 diyen bir şairin siyasi dozu olan şiirlerinde bile “siyasi reçete” yerine yaşantının başat unsur olması da elbette tesadüf değildir. Bu bağlamda, Yücel Kayıran’ın tespiti önemlidir:
“Dolayısıyla, o, siyasal ve sosyolojik bir nitelikten çok, akılsal, zekâsal bir nitelikle ıralanır. Bu nedenle anlatıcı benin bir taraflılığından söz edilebilirse eğer, bu taraflılık, siyasal, sosyolojik ve etik anlamda değil, akılsal-zekâsal anlamda bir taraflılıktır.”21
Başa dönelim, Salah Birsel şiirlerini ilk okumam, Ece Ayhan’dan çok sonradır. Birsel’le ilgili tek tük rastladığım değinilerden sonra, şart olmuştu, bulduğum ilk kitabını okuyacaktım. Rastgele attığım ilk oltaya 1995’te yayımladığı İnce Donanma düştü. Bu kitaptaki “Amanin amani ben buna çatlarım”22, “Şallak şullak bir serüven/ Enter menter günler geçirdim”23 gibi birçok dizesindeki farklı söyleyiş, deneyci tat, beni Birsel külliyatına kadar götürdü. Ases’ten (1960) aşağıda belli bölümlerini alacağım iki şiirin Ece Ayhan’ın Devlet ve Tabiat Ya Da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler’den (1973) sonraki dönemine yoldaşlık ettiğini söylemem aşırıya kaçar mı, bakalım:
Kör Melahat
Bin defa ayılıp bayılan günde
Melahat’a n’aptınız n’aptınız n’aptınız
Ana tarafından Üsküdar’lı
Giyimiyle açık saçık
Melahat’a n’aptınız n’aptınız n’aptınız
…..
Medeni hali üç defa boşanmış
Körlüğünden açan zırt zırt
Onikililerden bıçak çekmesiyle
Votka içen rakı üstüne
Melahat’a n’aptınız n’aptınız n’aptınız
Kaşınmasiyle pireli
Karagümrüklü küfürleriyle
İşi erkekleri incelemek
Kızınca takma gözünü fırlatan
Melahat’a n’aptınız n’aptınız n’aptınız24
Coğrafya Dersi
Bugünkü dersimiz coğrafyadır
Korkmadan yaklaşın erkeklere
İşte Bolu ormanları şu karşısı
Aşk gezisine çıkın sabah sabah
Çekinmeyin dersimiz coğrafyadır
….
Anlamıştım böyle olacağını ben
Kalküta fillerini ezdiniz işte
Durun Himalaya’ya tırmanın bari
Elbiselerinizi çıkarın Tibet yaylasında
Sıkılmayın dersimiz coğrafyadır
….
Bakın burası da Paris denizi
Brigitte Bardot kraliçesinin elinde
Daha yukarda İngiliz Ulusal Bankası
Yürütün isterlinleri sırası gelmişken
Korkmayın dersimiz coğrafyadır25
Devlet ve Tabiat Ya Da Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler, Ece Ayhan’ın ilk kitaplarına nazaran, okur nezdinde özel bir şiirsel, kültürel formasyon gerektirmeyen kitabı olarak kabul edilir. Tarihsel ve sosyolojik metinlerle bezeli arka plan, üste gel, sözdizimindeki deneyciliğinden dolayı kapalılık, giriftlik gibi sıfatlar Ece Ayhan şiirine kolayından yakıştırılmıştır. Ne var ki, Devlet ve Tabiat’taki açık, akıcı, hatta yer yer hitabetçi söyleme kıyasla, ilk kitapları için yapılan tespitlere tümüyle katılmamak da olası değildir. Ece Ayhan, Devlet ve Tabiat’taki çıkışıyla Ece ırmağını Ece okyanusuna çevirmiştir dense yeridir; ezbere bilinen, dilden dile dolaşan, gel git okurun da içine girebildiği şiirlerinin çoğu bu kitabındadır.
Şairin içinde bulunduğu sosyal iklim ve tecrübeleri şiirini ne kadar belirliyorsa okumaları da en az o oranda etkili oluyordur. Ece Ayhan’ın Ortodoksluklar’dan (1968) Devlet ve Tabiat’a hızlı ve iyi ki geçişinde, dönemin siyasal konjonktürünün etkisi mutlaka vardır; ancak şairin şiir kaslarını güçlendiren, okumalarından kaynaklanan doğal etkiden bahsedecek, Birsel şiirini Ayhan’ın adreslerinden biri olarak gösterebiliriz. “Atlasları getirin tarih atlaslarını” diye başlayan “Yort Savul” adlı şiir, bağlamı ve şiirde konuşan kişinin mizacı bakımından kuşkusuz farklı ve Ece Ayhan’cadır, öte yandan Birsel’in “Bugünkü dersimiz coğrafyadır/ Korkmadan yaklaşın erkeklere” dizeleriyle açılan “Dersimiz Coğrafyadır” şiiriyle bir akrabalığı da göze çarpmaktadır.
Her iki şiirde de, dinlemekten başka bir görevi olmayan öğrencilere seslenen birer öğretmen vardır; beklenin tersine öğretmekten çok öğrenileni bozmaya, hayatı tersinden okuyup yeniden kurmaya davet eden bir “öğretmeyen” de diyebiliriz. Ayhan öfkeli, “Zulme karşı hadisler derleyen bir baba” gibi konuşur, Birsel ise her zaman ki iğneleyici edasındadır.
Ayhan’ın “Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında” dizesiyle açılan ve “Maveraünnehir nereye dökülür?” sorusuyla ilerleyen meşhur “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiiri de Birsel’in “Coğrafya Dersi” adlı şiirinden el almış gibidir. “Bakın burası da Paris denizi”. Maveraünnehir’in döküldüğü yere verilen cevapla, Paris’te bulunmayan deniz benzer bir yaklaşımı içermektedir.
Ece Ayhan’ın Çok Eski Adıyladır (1982) adlı kitabındaki “Melahat Geçilmez” ve “Karhane” şiirleri ile Birsel’in “Kör Melahat” şiirleri de sadece başkarakterlerin adının Melahat olmasından dolayı değil içerik olarak da benzer bir sosyal dokunun içinde devinirler. Geçimini fuhuştan sağlamak zorunda kalmaktan kaynaklanan bir eziklik, bir zayıflık da görülmez bu karakterlerde, Ayhan’ın ki baş komiserin odasında ağırlanır, cenazesine çelenk gönderilir; Birsel’inki ise kızınca takma gözünü fırlatan, onikililerden bıçak çeken, körlüğüyle de barışık bir Kör Melahat.
Salah Birsel’in İkinci Yeni’yi izlediği kadar, İkinci Yeni şairlerinin de kendisini takip ettiğini ondan esinlendiğini görüyoruz.
Birsel’in yeterli ilgiyi görememesinin bir nedeni de şiirlerinde duygusallığa yer vermemesi ve zekâyı ön plana çıkarışıdır ki yer yer şiirsiz de söylenebilecek hazır fikirleri işleyerek şiirini zayıflattığı da olmuştur. “Benden şiir aşıran şairleri bile / Tepeme oturttu”26 dizelerinde olduğu gibi; “aşırmak” bir yana dursun, eleştirmenlere serzenişinde haklıdır, ancak bu tür dizelerde şiir dozu oldukça düşüktür.
Ahmet Haşim’in “O Belde” şiirindeki “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” dizesi, Türk şiirinin algılanışında epey etkili olmuştur. Gerçekten de baş tacı edilen şiirlerin çoğunda bir duygululuk bir lirizm hâkimdir. Birsel poetikası başından sonuna kadar bu anlayışın dışındadır. “Sanımca insan en iyi gülerken düşünür, ağlarken değil.”27 diyen de kendisidir, bu dizeleri yazan da: “Asık suratlı susak ağızlı/ Dizeler korkutur beni/ Hoplamasını zıplamasını/ İsterim tüm şiirlerin”28 90’lı yıllardan itibaren şiirimizde ironi ve parodinin yükselişe geçtiğini, zekâya, parlak buluşlara daha çok önem verildiğini görüyoruz, dahası, bu durum sadece şiirde değil Gezi Olayları örneğinde olduğu gibi toplumsal muhalefette de, siyaset arenasında da geçer akçe olmuştur. Güldürmeyen, eğlendirmeyen bir düşüncenin genç kuşağa sirayet etmesi zor görünüyor. Mehmet Yaşın’ın anlatımıyla TRT Türk’te yayımlanan “Şehirler ve Yüzler” programındaki Salah Birsel’in şu sözleri, düşüncelerinin bugün hala online olduğunun kanıtıdır:
“Ben denemelerimin eğlenceli olmasına da pek önem veririm, çünkü onları zorbaların, üçkâğıtçıların da okumasını isterim.”
Zorbalar, üçkâğıtçılar okur mu bilemeyiz, ama Birsel hem şiirleri ve hem denemeleriyle kullanışlı bir hazine olarak önümüzde duruyor.
Kaynaklar ve Notlar:
1) Varduman (1993) adlı kitabının son bölümü “Orijinal Adam Kendini Yedi” Birsel’in ilk dosyasıdır, bu nedenle bu kitabı iki kitap olarak kabul edebiliriz.
2) Yücel Kayıran, Kritiğin Toprağında, Türk Şiirine Felsefeyle Bakmak, YKY, Mayıs 2010, s. 272
3) Enis Batur, Smokinli Berduş, Granada Yayınları, Mart 2013, s. 108
4) Turgut Uyar, Korkulu Ustalık, YKY, Mart 2009, s. 314
5) Abdullah Çelik, Salah Bey Kitabı, Yom Yayınları, Aralık 2013, s. 49
6) Salah Birsel, Şiirin İlkeleri, Broy Yayınları, Ekim 1994, 5. Baskı, s. 16
7) A.g.e, s.37
8) A.g.e, s.44
9) A.g.e, s.26
10) Enver Ercan, Şiir Uçar Söz Olur, Yön Yayınları, Kasım 1994, s. 39
11) Abdullah Çelik, Salah Bey Kitabı, Yom Yayınları, Aralık 2013, s. 63
12) Salah Birsel, Bütün Şiirleri, Ada Yayınları, Eylül 1986, s. 133
13) A.g.e, s. 93
14) Salah Birsel, Bütün Şiirleri, Ada Yayınları, Eylül 1986, s. 35
15) Salah Birsel, Şiirin İlkeleri, Broy Yayınları, Ekim 1994, 5. Baskı, s. 12
16) Cemal Süreya, Toplu Yazılar I, YKY, Temmuz 2000, s. 427
17) Abdullah Çelik, Salah Bey Kitabı, Yom Yayınları, Aralık 2013, s. 67
18) A.g.e, s. 70
19) Salah Birsel, Bütün Şiirleri, Ada Yayınları, Eylül 1986, s. 10
20) Salah Birsel, Şiirin İlkeleri, Broy Yayınları, Ekim 1994, 5. Baskı, s. 58
21) Yücel Kayıran, Kritiğin Toprağında, Türk Şiirine Felsefeyle Bakmak, YKY, Mayıs 2010, s. 274
22) Salah Birsel, İnce Donanma, Korsan Yayıncılık, Ekim 1995, s. 10
23) A.g.e, s. 15
24) Salah Birsel, Bütün Şiirleri, Ada Yayınları, Eylül 1986, s. 76
25) A.g.e, s. 77
26) Salah Birsel, Nardenk, Adam Yayınları, Mart 1988, s. 33
27) Abdullah Çelik, Salah Bey Kitabı, Yom Yayınları, Aralık 2013, s. 66
28) Salah Birsel, Nardenk, Adam Yayınları, Mart 1988, s. 83
*Natama dergisinin Temmuz-Eylül 2014 tarihli 7. sayısında yayınlanmıştır.
Şununla paylaş: