Jung, 1922’de Bollingen adlı küçük bir İsviçre köyünde bir parsel arazi satın alıp Zürih Nehri’nin kuzey kıyısında, manzaraya hâkim ama mütevazı, iki katlı bir taş ev yaptırmıştı. Sonraki on iki yıl boyunca bu evi peyderpey genişletmişti; iki küçük kule eklemiş, geniş avluya taş döşetmiş ve bir ocakbaşı koymuştu, nihayetinde burası Bollingen Kulesi ismini almıştı. Bu ilavelerle bile ev hâlâ ilkel bir barınak görünümü veriyordu. Evin zeminine rastgele döşenen taşlar üzerine ne bir ahşap kaplanmış ne bir halı serilmişti. Elektrik ve telefon zaten hak getire! Jung, kütük yakarak ısınır, pompalı bir gaz ocağında yemeklerini pişirirdi, suni tek ışık da gaz lambasından yayılırdı. Su için göle gitmek gerekiyordu (Jung daha sonra buraya bir el pompası düzeneği kurar). “16. yüzyılda yaşamış bir adam gelip bu eve yerleşecek olsa sadece gaz lambası ve kibrit ona tuhaf gelecektir, geri kalanlara hiç yabancılık çekmeyecektir,” der Jung.
1930’lu yıllar boyunca Bollingen Kulesi Jung için şehir yaşamından inzivaya çekildiği yer oldu, burada deli gibi çalışıyordu, günde yedi-sekiz saat hasta görüyor ve bazen seminerler ve konferanslar veriyordu. Eserlerinin çoğunu da bu inzivalar esnasında yazmıştı. Tedavi etmesi gereken birçok hasta olsa da dinlenmekten asla geri durmamıştı. “Yorgun düştüğümüzde ve dinlenmeye ihtiyaç duyduğumuzda hâlâ çalışmaya devam etmek aptallıktır,” derdi.
Bollingen’de sabah yedide kalkar, tencere ve tavalarına günaydın derdi, “kahvaltı hazırlamayı aceleye getirmezdi: kahve, Macar salamı, meyve, ekmek ve tereyağı kahvaltının vazgeçilmezleriydi,” demişti biyografi yazarı Ronald Hayman. Sabahları genellikle iki saat yazı yazmaya ayırırdı. Günün geri kalanında da atölyesinde derin düşüncelere dalar, tepelerde uzun yürüyüşlere çıkar, ziyaretçi kabul eder ve her gün biriken mektuplara cevap verirdi. Öğleden sonra iki-üç arası onun çay vaktiydi, akşam olunca mükemmel bir sofra kurmaya bayılırdı, öncesinde genelde bir aperatif hazırlardı, buna da “akşam mayışması” derdi. Saat on olunca yatardı. “Bollingen’de gerçek hayatımı yaşıyorum, kendi derinliklerimi keşfediyorum diyebilirim […] Elektriğe bağımlı değilim, ocak ve şömineyi bizzat yakıyorum. Su tesisatı yok. Kuyudan su çekiyorum. Kütükleri doğrayıp sobayı tutuşturuyorum. Köy yaşamı insanı basit kılar ama basit olmak gerçekten zordur.”
Kaynakça: Currey Mason. (2024). Günlük Ritüeller. (Adem Beyaz). Kolektif Kitap.
Şununla paylaş: