Lenz’in Hâlleri Dalga Dalga Yayıyor Acıyı – Selma Cengiz

Bu Çağ Dergi > Genel > Yazı > Lenz’in Hâlleri Dalga Dalga Yayıyor Acıyı – Selma Cengiz

Lenz’in Hâlleri Dalga Dalga Yayıyor Acıyı – Selma Cengiz - Selma Cengiz

Ah Lenz, ah, ah!

 

Uzaklardan gördüğün köknarları bir de yakından görmek istemez miydin? Sana doğru uzattım elimi, avuç içlerimde hâlâ dimdik bir sıcaklık var, güneşin vurmak istemediği avuç içi çizgilerim var. Yazılı olan pek çok şey, pek çok şey var. Kainata yaydığın parçacıklarınla eşlik et şimdi. Parçacıkların olsun gözlerin. Usul usul yaklaşalım suskun köknara, oyulmuş kayaya, kurumuş nehre, yaşama ungunan göynüğe, terk edilmiş candan bir köpeğe. İstersen hepsinin gölgesinde oturur, boşlukların bize dolmasına izin veririz. Şayet istersen kendi boşluklarına dalmak, seni tutamam, bırak da sana dolsun, dallanıp budaklanma, gitme diyemem. Bir gözüm sende mi yahut tüm gözler kendi üzerimde mi? Bilemem, bildiğimi sandığım şeylerle yetinemem. Şimdi buradayım, karşımda bir köknar ağacı var. Gövdesine değil gövdesinde tutunmak istiyorum, yapraklarıyla taç diyarını anmak istiyorum. Oluyor, tekrar oluyor. Bildiğimi sandığım şeyler tekrar sarmaya başlıyor beni, tutunduğum yerde geçmiş diriliyor, burada ne aradığımı bilmiyorum, sadece burada ve buradayken aynı zamanda pek çok geçmişte bulunduğumu hissediyorum. Bu hâllerimi gözünü kırpmadan izliyorsun Lenz. Bu hâlim dahi sevindiriyor seni. Hissediyorsun adımını attığını yaşama, huzurla kaplandığını, tekrar gideceğini bile bile, kaplandığın yerde kalamayacağını haykırsa da boşlukların, umursamıyorsun, yalnızca beni izliyor, süzüyor ve içini bir hoş ediyorsun. 

 

Uyumuşsun. Uyu Lenz uyu. Etrafını sardırıyorum biberiyelerle. Yalnızca ilahi kitapların arasında bitmez onlar, yalnızca kadınların değildir doğa. Uykuyla bir nebze de olsa dinsin acımız; ne senin uyanmanı ne de kendimin uyanmasını dileyemem artık, buna gücümden bir yeti sunamam, paramparçayız birlikte, birleşemez olanın içinde farklı yerlere koşturmaktayız, sızım sızıyız, hiçbir yere sığamamaktayız. Şimdi uyu. İster omzumda, ister koynumda. Uyutabileyim ki başlasın yakarışım: Gittiğin yerde, orada da bitmekte olan bir salıncağım. İlkelliğimizdir bize şarkı söyleten. Salına salına olmamız da bundan gelir. Hem şarkılar söyler hem sallanırsın. Nasıl da salınırsın renklerine, değecek olurken köknarlara, salınırlar yekten sana. 

 

Her şeyden önceydi şiir. Biliyorsun. Birlikte gitmiştik. Öz’e. Kaynağın kendisine. Salınalım oraya ve hiç uyanma sen. Yetişirim ben sana. Hiçbir hastalık yoktur ki, yesin bitirsin bizi. İsmen etmiyorum hiçbirini kabul. Birlikte çıktığımız bu yolculukta kaybettiğimizi sansınlar aklımızı. Kaybolan aklım değildi, sendin. Kaybolan aklın değildi, bendim. Senler ve benler yüzünden parçalandık. Biz, kendi kendimizi parçaladık. İttik tüm gücümüzle kendimizi. Kendiler arasında keder, kendiler arasında boşluk, kendiler arasında insan. Vardı. Var. Biz neredeydik varlar arasında? Lenz. Ah Lenz. Türemekten alıkoyamayız kendimizi. Seni alıkoyamam, beni alıkoyamazsın. Sen gitmeden evvel biraz daha yaş alalım.

 

 

 

 

 Serpilerek der,

çiçeğim

senden iyisi mi var şu hayatta?

senden ve benden iyisidir yaşam.

 

 

Georg Büchner, Lenz adlı kitabından:

 

“Yeryüzü, altından çekilip seyyar bir yıldız gibi küçülerek berrak sularıyla altında gürül gürül akaduran ırmağa dalıveriyordu. Ama tabii bunlar kısacık anlardı; ardından gözlerinin önünden bir gölge oyunu gibi geçmiş de aklı başına gelmiş gibi, sakinlemiş bir hâlde doğruluyordu ve hiçbir şey de hatırlamıyordu artık.”

 

“Her birinin özgü varlığına nüfuz edebilmek için insanoğlunu sevmeniz lazım; kimse çok önemsiz, kimse çok çirkin gelmemeli size, ancak o zaman anlayabilirsiniz insanı.”

 

“Akşama doğru acayip bir endişeye kapıldı, güneşin peşinden koşmak istiyordu; nesneler gitgide gölgelendikçe her şey gözüne öyle hayali, öyle tiksindirici görünmeye başladı ki karanlıkta uyuyan çocuklar gibi ürperdi; adeta kör olmuştu; derken endişe büyüdü büyüdü ve cinnetin kâbusu ayaklarının dibine çörekleniverdi.”

 

“Her şeyin yalnızca kendi rüyası olduğuna dair o umarsız düşünce belirdi önüne, her nesneye sımsıkı yapıştı, biçimler hızla geçip gidiyordu yanından, onlara doğru abandı, gölgelerdi bunlar, hayat onu terk ediyor, uzuvları kaskatı kesiliyordu.”

 

“İçinde hiçbir yaşamın, kasın ve nabzını kabarıp vurmadığı herhangi bir dışsal nesneyi kopyalamadan da biçimlerin gün ışığına çıkmasını sağlayabilir insan.”

 

“İçindeki sıkıntı, müzik, acı derinden sarstı onu. Ona göre evren yara bere içindeydi; tarifi imkansız, yoğun bir ıstırap duyuyordu bundan. Şimdi de başka bir Varlık, seğiren ilahi dudaklar ona doğru eğiliyor, dudaklarını emiyordu; tenha odasına döndü. Yalnızdı, yapayalnızdı!”

 

“Bir tek, nesneler karanlığa gömülüp gittikçe boğucu bir endişe boy atıyordu içinde.”

 

“En yalın, en saf fıtrat, ilkel olana en yakın olandır, insanın ruhu ve yaşamı ne kadar incelirse bu ilkel duyarlık da o kadar körelir. Lenz bunu aşkın bir hâl olarak görmüyordu, yeterince bağımsız bir durum değildi bu ama insanın her bir formun kendine özgü yaşamından böylesine etkilenmesi; taşları, metalleri, suyu, çiçekleri ayrı ayrı ruhunda duyması; tabiattaki her varlığı bir rüya misali, çiçeklerin büyüyüp küçülen ayla birlikte soluk alıp verişi gibi içine çekmesi – bunların hepsinin sonsuz bir haz olması gerektiğine inanıyordu.”

 

“Oberlin ona Tanrı’ya yönelmesini söyleyince güldü: ‘Tabii ya, keşke ben de sizin gibi mutlu olup şöyle rahatlatıcı bir meşgale bulabilseydim kendime, evet, insan vaktini böyle geçirebilir. Hepsi aylaklıktan.’”

 

“Şimdi her yer öyle dar, öyle dar ki, yani bazen uzatsam ellerim gökyüzüne çarpacak gibi geliyor; oh, boğuluyorum!”

 

“Zihninin çılgınca bir fikrin ardında doludizgin koşturduğu vakitler, hâlâ en mutlu anlarıydı.”

 

 

Kaynakça: Büchner G. (2023). Lenz. (Çev. C. Yavuz). Everest Yayınları. (1835).

 

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala