Yazının Ekonomi Politiğine İçerden Bir Bakış

Bu Çağ Dergi > Genel > Tefrika > Yazının Ekonomi Politiğine İçerden Bir Bakış

Yazının Ekonomi Politiğine İçerden Bir Bakış - Özgür Soydan

Waldo’da yazmıştım, “şairliğim maliyet meselesidir” diye. 

Çünkü resim için boya parası lazımdı, müzisyen olmam için

dünya kadar paralar lazımdı. Onun için şiiri seçtim,

özel bir donanım gerekmiyordu.

İsmet Özel

 

Aç kalmak pahasına vazgeçmeyeceğim etkinlik nedir? Etkinlik diyorum çünkü yazmak düpedüz bir etkinlik ve şenlik halidir. Yirmili yaşlarımda bu soruyu çok sorardım kendime. İstanbul’da flanör olarak kenti arşınlarken dikkatimi hep yersiz yurtsuzlar çekerdi. Nedense aklıma hep bir gün sokaklara aç ve perişan olarak düşeceğim gelirdi. Kaygılı ya da korku dolu değil ama görerek, hissederek yaşardım bu soruyu. Karın tokluğuna yazmak angaje olmak demekti. Ev içlerine bundan sığamadım belki, kendimi bu yüzden kente vurdum. Sonra bir gün Adorno’dan bir laf işittim: “Günümüzde insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur.” Böyle böyle boyumu aşan bir sürü laflar hatmettim de hiçbiri gönlümü yazmak kadar eylemedi.


Peki dedim kendime, mademki çaresiz yazacağım, hiç olmazsa canım Sait gibi delirmemek için yazacağım, nereden başlamalı? Kendime ait bir oda? Denedim. Dolma kalemler, ahşap masalar, loş ışıklar? Denedim. Kafeler, kıraathaneler, otobüs durakları… Daha nice şeyler denedim de hiçbiri gönlümü yalın bir yürüyüş halindeyken yazmak kadar mest etmedi. Fakat böylesi bir yazının aklı başında olamaz. Yürürken yazandan şiir dışında ne çıkar?


Baktım. Ötekiler ne yapmış diye. Sözgelimi etikçilerden Schopenhauer, yazının bir ekonomi meselesi olduğunu gayet iyi bilenlerdendi. O sebepten aile mirasından payına düşeni muhafazakâr bir şekilde devlet tahvillerine yatırarak üniversite profesörlüğünden kazanılabilecek tutarın iki katı kadar bir rakamı yıllık faizlerden elde etmişti. Şu zamana kadar görüp görebildiğim en soylu etikçi Spinoza ise Aklın Islahı’nda bir takım davranış kuralları belirlemişti: “Ama bu gayenin peşinden gitmeye çalışan ve aklı doğru yoluna geri koymaya çabalarken, bir yandan da hayatımızı sürdürmek zorundayız. Bu yüzden öncelikle kendimize bazı davranış kuralları belirlemeliyiz, yani şimdilik iyi olduğuna inandığımız aşağıdaki gibi kurallar:


I. Halkın anlayacağı dilden konuşmak ve tasarımızı gerçekleştirmemize mani olmayacak her işi yapmak. Çünkü mümkün mertebe halkın anlayışına uygun hareket edersek, bundan nispeten kazançlı çıkarız. Dahası bu şekilde insanlar gerçeği can kulağıyla dinlemeye daha da hazır hale gelir.

II. Sadece sağlığımızı korumaya yettiği ölçüde hazlardan kâm almak.

III. Son olarak sadece hayatımızı ve sağlığımızı sürdürmeye, bir de amacımıza ters düşmeyecek toplumsal âdetlere ayak uydurmaya yetecek kadar para veya başka kazançlar için çabalamak.”


Daha pek çok örnek var ya uzatmak anlamsız. Demek yazıdan bir çıkarımız yoksa, yazı salt kendi kendinin çıkarıysa, çıkarımızı başka yerlerden temine mecburuz. Yazıdan çıkar çıktığında geriye insandan başka ne çıkar? O sebep, İnsan bir gizemdir: Eğer tüm yaşamını onu çözmekle geçirsen, zamanını boşa harcamış olmazsın. Ben kendim bu gizemle meşgul oluyorum, çünkü ben bir insan olmak istiyorum, diyen Dostoyevski kadar bize tüm yüce ve aşağılık yönlerimizi gösteren kaç yazı ustası çıkar?


Gelelim memlekete. Koskoca altı yüz senede caizesiz yazan pek azdır. Bu sebepten kasidelerdeki kast sanattan çok paradır. Bu gayet de doğaldır. Medici, neyse parası verelim maksat rönesans olsun deyince mesele yoksa Es-sultan zıllullahi fi’l-ard, benden bahset de üstü kalsın derse neden bunu dert edinelim? Kaldı ki Ece Ayhan’dan ödünç alarak söylersek cumhur sikişiyle meşhur şairimiz de az değildir.


İşte bu caizeli, arpalıklı, cumhur sikişli yıllardan geriye kalan Türkiye’de, yürürken şiir yazacak ve kendine bir yer tahsis edemeyecek kadar alık olan şair personamı otuzlarımın başında ıslah etmek için ben ne yapıyorum? Basitçe kendime ait bir alan yaratmak için, çünkü böyle bir alandan mahrumum, mücadele veriyorum. Geldiğimiz noktada bu öyle kolay değil. Caizeli cumhur sikişinin ardından mağduriyet söyleminin yarattığı jargonla yirmi seneden fazla her alanda adeta hardcore film çeken iktidar kültürel anlamda iktidarsızlık yaşadığını gizlemezken kültürün devamına bir leke olarak kalacak şair olsa olsa bir piç olabilir. Piç yani himayesiz, yersiz ve yurtsuz.


Peki neden böyle? Bu hali günümüz sanatçısı bile isteye mi seçiyor yoksa kitlesel olarak duygu mühendisliğini başka araçlarla ya da sanatın başka kanallarıyla mı temin ediyoruz? Örneğin sinema. Yakın zamanda Hayat filmiyle 10.9 milyon ₺ hasılat elde eden Zeki Demirkubuz bir zamanlar şöyle demişti: “Şartlar oluşmaz ve ben film çekemez isem, eski işime geri dönerim. O yüzden sinemadan çok fazla bir beklentim yok. Zaten sinemadan çok büyük maddi beklentim olsa bir şeyler yazamam. Bu durum da beni daha güçlü kılıyor. Benim gücüm buradan geliyor.”


Hayat işte. Demirkubuz işportacılık yapmaya geri döndü mü bilmiyorum ama şu anda ben de yazıda kendim kalma konusunda direterek bir indirim süpermarkette çalışıyor bir yandan sabah erken saatlerde kalkıp ruh halimi bir odakta tutmaya çalışarak bir şeyler kaleme almaya çalışıyorum. Üzerime binen toplumsal baskıları (evlen, çocuk yap, namaz kıl, itibarlı bir işte çalış vb.) kulak arkası ederek inandığım insanı bir yer ve yurt olarak yazıda tutmaya çalışıyorum.


O yüzden elitist görünme pahasına on sene önceki bir OECD verisiyle desteklersem, temel yeteneklerden yoksun %40’lık bir popülasyon içinde yaşarken okuryazarlık biçimlerini çeşitlendirerek kendinizi değiştirip dönüştürmeniz de en azından %40 oranında bir anlam ifade etmiyor. Sözün özü kendinizi tanımaya çalışırken yazının eşliğine katılan ötekilerin sayısı da teknolojinin hızlı tüketime şartlaması sonucunda emek gerektiren bir alanda kendine yoldaşlar bulmayı giderek zorlaştırıyor. Maliyetini zamanımızla ödemek istemediğimiz pek çok nitel şeye zaman ayırmazken nicel olarak her yıl enflasyonla, şunla bunla zaten elimizden tırtıklanan maaş bordrolarına ufak bir konfor pahasına hapsoluyoruz. Ve fakat rahat döşekte hakikat bulunmuyor. Buna ek, soylu bir duruş olarak mümkün mertebe Spinoza’nın önerisine kulak vermenin önemli olduğuna inanıyorum.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala