ŞAİRİN NİYETİ-OKURUN NİYETİ

Bu Çağ Dergi > Genel > Yazı > Deneme > ŞAİRİN NİYETİ-OKURUN NİYETİ

ŞAİRİN NİYETİ-OKURUN NİYETİ - Bâki Ayhan T.

EŞİK – Osman Çakmakçı

 

Ne dışarıya çıkıyorum

Ne içeriye giriyorum

Kutsal eşiğe sığınıyorum

İlişiyorum ona

 

Dışarıya çıksam

Sonsuz ufku bozkırların

Göğe yükselen ağaçları

Titrek ve şeffaf yapraklarıyla

Kucak açan içe işleyen havaya

Neredeyse patlayacak göğsüm

Giderek taşan sınırları

Almıyor kan çanağı sözlerimi

Bağrına basmıyor

Esirgemiyor

 

Şiddetle yok ediyor esinti

 

İçeriye girsem

Annemin ıstırap çeken yüzü mor

Titrek kollarını dolayarak boynuma

–Sen kurtaracaksın beni, diyor

Sen bakacaksın bize.

 

Birden büyüyor çocuk

İstemiyor ama büyüyor

Karışıyor katı hamuruna gündüzün

O ise kalmak istiyor yumuşak karanlığında gecenin

Onu belirsizleştiren kıvamında gecenin

 

Gün doğsun istemiyor

 

Çocuk eşikte kalmak

İçe kıvrılıp uyumak istiyor

 

 

ŞAİRİN NİYETİ-OSMAN ÇAKMAKÇI

EŞİKTE YAŞANMAZ

Yıllarca önce kendi yazdığım ama bir süre sonra, hala birçok yönden benden fışkırmış olsa da özerklik kazanan şiirlerimi başka birisinin başka bir bakışıyla “teşrih etme”ye girişmeyi düşünmüştüm. Bunu çok da istiyordum aslında ama ne var ki birçok tasarım gibi bunu da bir türlü gerçekleştirememiştim. Zira şiirlerimi ben yazmış olsam da benim de daha sonra açığa çıkarabileceğim ya da çözümleyebileceğim bilinmedik ve kendiliğinden bağlantı ve kendiliğinden göndermeleri saptamak, izini sürmek ve nereye vardığını görmek istiyordum. Zira şiiri doğurma, şiirin şair aracılığıyla konuşması bir tür transa haline girmek ya da kapılmak gibi tam tanımlanamaz bir haldir. Akılla mantıkla açılanabilecek gibi değildir. Çünkü o halin ve sürecin (demek istiyorum ki: her şiirin bir yazılma ve vücuda varma süreci vardır) kendi mantığı ve matematiği vardır ve mantığı, anlamaya çalışmayı bırakıp ona teslim olmaktan başka çare yoktur. Şiirin akışıyla şairin varlığının akışı tam bir örtüşme, uyuşma ve ilişki içinde olmalıdır. Demem o ki şair şiiri yazarken o kadar da yani mutlak egemen değildir, şiir de o süreçte şaire müdahale eder ve kendi tercihlerini şaire hissettirir. Eğer şair şiirinin kendisinin bile daha önce bilmediği şeyleri söylediğini duyumsamazsa kalıplaşmış yolların dışına çıkamaz. Demek ki şair ile şiir karşılıklı bir var etme ilişkisi içindedir. Aralarında bir karşılıklılık vardır. Gel-git gibi. İşte Bâki Ayhan’ın bu kitap tasarısını hayata geçirme çabasının ve yapmak istediği şeyin bana bu fırsatı yarattığını düşünüyorum. Ve sözünü ettiğim bu işin çok ama çok önemli olduğunu biliyorum.

Yanılmıyorsam, “Eşik” şiirini 2015’te yazmıştım. Her zaman olduğu gibi gene bir anda. Ama bir anda başlayan yazılma işlemiydi yoksa uzun süredir hatta doğduğumdan beri bu şiirin istediği ruh halinin içinde yaşıyordum. Şiir önce ruhunuzda izler bırakır, ondan sonra da şaire bu izleri takip edip görünür kılmak kalır.

Eşikte oturmak, eşiğe basmak bilirsiniz günahtır. Eşiğe basılmaz, eşikten sağ ayakla atlanır. Eşik ne bulunduğunuz yere ne de üzerinden aşıp varacağınız yere aittir. Eşik aslında her iki yere de dahil olmayan bir yok-yerdir. (Ben ülkemizi de coğrafi olarak herkesin yaptığı gibi sadece bir köprüye benzetmekle kalmıyor, aynı zamanda bir eşik olarak görüyorum. Hiçbir köprünün aslında karşıya geçirmeyeceği gibi, üzerinde yerleşilemez, yaşanılmaz olduğunu iliğimde kemiğimde hissederek biliyorum. Bu yüzden bireysel bir hal gibi görünen bu ruh halinin aslında toplumsal, kültürel ve tarihsel köklerinin olduğunu da biliyorum.) Bu şiirin söz ettiği, aslında büyümek istemeyen bir çocuktur ki hiçbir yere ait olmadığı ima edilmektedir. Bu yüzden eşikte, yani basılması bile günah olan bir yok-yerde ikamet etmektedir. Aslında eşiğin ayırdığı bu iki yerden birine ait olması için “büyümesi”, yani çabalaması, tercih etmesi ve yorulması gerekmektedir. Bunu yaptığında “büyüyecek” yapmadığında ise o eşikte yaşamaya yazgılı bir çocuk olarak kalacaktır. Belki de çocuk bir tercihte bulunmak istiyordur ama bunu yapabilecek ne takati ne de arzusu vardır. Belki de sadece eşiğe ilişip orada uyumak istiyordur. Büyümek istemiyor, demek yaşamın dışında kalmak istiyordur. Yani eşiğin ayırdığı iki yerin ikisini de tercih etmiyor ve sırf dinlenmek daha fazla yorulmamak için yaşanılamaz bir yer olsa da iliştiği (ki ilişmek oraya tam ait olmadığını, orada eğreti bir bulunuş içinde olduğunu ima ediyor) eşikten ayrılmak istemiyor, kendini belki de orada güvende hissediyordur.

Az önce de sözünü ettiğim gibi Eşik hem bireysel hem toplumsal ve hem de kültürel ve tarihsel konumumuzu belirtiyor. Şimdi neredeyse dokuz yıl sonra baktığımda bunun böyle olduğunu duyumsuyorum. Ve bunu söyleyerek aslında her bireysel halin gerçekte toplumun halinin de göstergesi olduğunu söylüyorum.

 

OKURUN NİYETİ-BÂKİ AYHAN

EŞİKTE OLMA GERİLİMİ

Osman Çakmakçı doksanlardan bu yana şiirlerinin yanı sıra şiir üzerine yazıları, söyleşileri, çıkardığı dergiler ve “organik şiir” çevresinde geliştirdiği poetik iddia ve düşüncelerle tanınan bir şair. Polemikçi tarafı da var ve polemiklerinde sözünü sakınmamasıyla, iddiasını sapma göstermeden içtenlikle savunmasıyla bilinir.  Zakkum Avı, Uçuşan Ağaç, Köryazı gibi şiir kitaplarında oluşturduğu poetikayı Konuşmanın İmkânsızlığı Üzerine Bir Diyalog, Aşağılık Sanat, Ezeli İhanet gibi düşünsel verimlerle zenginleştirdi. İnandığı bir şiir var ve bunu ısrarla savunuyor. Bu şiirin temel argümanı “organik” olmak yani hayattan kopuk olmamak, belirli dozda bir duygu tonu taşımak, şiiri belagate boğmamak hatta belagatten mümkün olduğunca kaçınmak, insanın “söz” değil “öz” tarafına odaklanmak, oradan hareket etmek…

“Eşik” şiiri de bu çerçevede okunabilecek, okunması gereken bir metin. İç ve dış karşıtlığı hem mekân hem de insan bağlamında şiirdeki gerilimi sağlıyor. Dışarıya çıkıp dolaştığında ferahlayan, göklerin ve kırların sonsuzluğunda, onların birbirine karışan renginde huzur bulan konuşucu özne, içeriye döndüğünde ıstırapla yüz yüze geliyor, bunalıyor. İçerinin cenderesinin sembolü olan anne, daha doğrusu annenin umuduna karşılık veremeyeceğini bilme duygusu adeta mahvedici bir durum gibi karşılıyor onu. İçeride veya dışarıda olmak onun için bir tercihe dönüşemiyor çünkü dışarıda olmak bireysel bir ferahlama getirse de içeride reddedilemeyecek anne ve aile sorumluğu var. Onu görmezlikten gel(e)miyor, ondan kaçamıyor, çareyi her iki tarafa da hem uzak hem yakın olan “kutsal eşik”te kalmada buluyor.

Eşiğin kutsallığı bir yandan felsefede mutlaktan uzak olmayı bir yandan da hayatın her iki tarafıyla temasta olmayı düşündürüyor. Eşik, belki de hiçbir tarafa ait olmamayı temsil ettiği için kutsaldır. Tanpınar’da kararsızlık olan “eşik” Çakmakçı’da “kutsal”laşıyor çünkü aidiyeti değil aidiyetsizliği temsil ediyor. Eşikteyseniz hem her an dışarı fırlayıp çıkma hem de içeri dönme özgürlüğüne sahipsiniz demektir. Eşiğin kutsallığı bu nedenle diğer kutsallardan farklıdır. Dinsel veya dogmatik kutsallar insanı sınırlarken eşiğin kutsallığı kişiyi özgürleştirmektedir.

Öte yandan, hemen söylemeli ki, hayatla ve insanla dolu bir şiir bu. Belagate ve sanat kaygısına prim tanımıyor, neyi söyleyeceğini daha önde tutuyor. Elbette sözde bir damıtılmışlık var, dağınıklıktan kaçınma ve odağı kaybetmeme arzusu seziliyor. Yine de okunurken “şiirsel anlam”a, anlamın etkileyiciliğine değil o anlamın temsil ettiği “hayat”a, gerçekliğe yöneltiyor. Dar bir söz kadrosu ile geniş bir hayat persfpektifi, manzarası koyuyor ortaya. Her ne kadar son derecede sınırlı sayıda kişi-mekân söz konusu ise de hayatın yüklediği vahim sorumluluklar şiirin atmosferini genişletiyor. Gök, dışarı, içeri, eşik, bozkır, anne”… Bunlar şiirdeki başlıca somut veriler, elbette birkaç şey daha eklenebilir ama onlar da bunların çerçevesini aşmayacaktır. Bu dar çerçeve ilk bakışta sınırlı bir dünyayı haber veriyor gibi görünse de anneye karşı duyulan sorumluluğun karşılanamayacak olması, onun umutlarının boşa çıkacağının sezilip bilinmesi çocuk ruhunda bir travmaya neden oluyor ve bunun yarattığı umarsızlıkla “eşiğe kapanış” geliyor. Ortalama algıda umudun sembolü olan aydınlık, burada umutsuzluğun, kaçışın nedeni ve sembolü oluyor. Gecenin karanlığı yumuşak, günün aydınlığı serttir çünkü sabah demek sorumluluk demektir. Bu farkındalık, içerisi-dışarısı geriliminin temel nedenine dönüşüyor ve “bilgi, acının kaynağıdır”a götürüyor okuru.

Bir başka önemli nokta, şiirin akışı içinde kişi değişimi “ben”den “o”na geçiş görülmesidir. Şiirde konuşan ve hayatı, durumları kendi perspektifinden değerlendiren “ben” özne, süreç ilerledikçe “o”na dönüşüyor ve şiirin “söyleyen” dili değişiyor. “Ben çıkıyorum, ben giriyorum, ben çıksam”… Sonra “birden büyüyor çocuk, kalmak istiyor, gün doğsun istemiyor, eşikte uyumak istiyor”… Bu değişim, öznenin kendi dışına çıkma, anneye ve hayata karşı içten duyduğu sorumluluğu başka bir “ben”e yükleme arzusuna işaret eder. “Ben, (artık) başkasıdır” ve sorumluluğun aktarıldığı o “başkası” da edimsiz, eylemsiz kalmayı tercih eder. Bu durumda, “eşik” yeni bir anlam kazanır ve mekândan kişiye geçer. Mekân üzerinden düşünüldüğünde özgürleştirici, rahatlatıcı olan eşik, bir çeşit kişilik bölünmesinin eşiğine dönüşür ve ben-o arasındaki eşik, son nefese kadar devam edecek bir bölünmüşlüğe işaret eder.

“Eşik” kararsızlıklarıyla, hayata kırık ve parçalı bir ayna tutmasıyla, gerilimli bir duruma maruz kalan kişinin hayata bakışının ikiye yarılmasıyla anlam kazanan bir şiir.

 

Not: Yakında Buçağ yayınlarından basılacak olan “Şairin Niyei-Okurun Niyeti” adlı dosyadan bir bölüm.

 

 

 

 

 

 

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala