İnsan, hayatın neresinden başlamalı,
büyüyüp mü küçülmeli,
önce küçülüp sonra mı büyümeli?
h
a
n
g
i
s
i
?
İnsan önce kendisinde küçülmeli.
O küçücük olan, nereden geldiği, tam da belirlenemeyen o sese,
o küçücük sese öncesinde varmalı.
Onunla yaşamalı,
uzun
dinlemeli.
Onu kim yaraladıysa bilmeli.
Rak rak idrak
İdim benden ırak
Sev beni kanatarak
Tamam, şimdi oldu. Hayır hayır, sadece “oldu.”
Tak tak tak
Malina!
Biz, seni bilmek için geldik. Biz derken içimdekiler ve dışımdakiler. Ama yalnızca ben varım burada. Ben’in içinde gizlenebileceğini mi sandın, yaralarını gizleyebileceğini mi sandın, o yaraları ben’e katmadın mı; ben, Ivan’a aşık olmadı mı, onun ikinci bir örüntüsü hâline dönüşmedi mi, her ne ise onun için değil miydi?
Ve baba?
İsmini anmak dahi acı veriyor ben’e.
Ivan ve tekrar baba? Ve tekrarlayan babalar?
Birleşir Malina’da.
Sen kimden ibaretsin Malina?
Ben’den mi,
Babamdan mı,
Ivan’dan mı,
Yahut sen, tüm o geçmiş denilen her şeyin bilgisini kapsayan bütünden mi ibaretsin?
h
a
n
g
i
s
i
?
Şimdi ben’i bir duvarın içine koyuyorsun.
Geriye sen kalıyorsun.
Ivan’la konuşacak olan sen.
Babamla konuşacak olan sen.
Sen mi olacaksın hayatın cıvıltısı? Peki, ben’in ne işi var burada? Ben’in ne işi var? Ben’in bir işi var, çünkü alıp da bırakıyorlar her şeyi içine. Doğduğu anda veriyorlar dağınıklığı yüreğine, ve ben onlarla birlikte, ve ona eklenen ikinci olan her şeyle, sürekli ve sürekli türüyor, ve hepsinden sen oluşuyorsun Malina. Sen Ivan’la iyi geçiniyorsun. Sen, babamla iyi geçiniyorsun, çünkü sen onlara benziyorsun, çünkü sen geçmişe, çünkü sen savaşlara, hükmedenlere, zorbalara, öldürmeyi meziyet edinenlere benziyorsun. Sen, çünkülerin otoriter bir varlığısın Malina ve ben ancak düşüncelerimle buluyorum seni, ancak düşünce var olduğunda var olabilmeyi hatırlayabiliyorum. Ne seni sana ne kendimi kendime bırakabiliyorum. En çok da ben, Ivan’a bırakılıyorum. Sende var olanlar ben’de çıkıyor ortaya.
Malina senden ne de çok var,
ancak seni ne kadar iyi bilirsem
barışabilirim ben’imle.
Belki de Malina’yla barışabilmektir, ben’in iç savaşı.
Belki de iç savaş dindiğinde çocukların ölümleri susar,
rengarenk ruhlar dirilir tekrar.
Malina. Malina bir yanılsama değil, Malina bir yansıma. O işini bilir. O nereden geldiğini bilir, ve hepsini alır, ben’in avuçlarına bırakır, ve önce ben’de başlar, o küçük olan gitgide yayılır, büyür, ancak yaralarını iyileştirmek için gayret edenler özgürleşir. Umut etmek, özgürleşmek değil de nedir? İşte bundan dolayıdır ki, dış savaş değil iç savaş başlatır, neyi, hayatı elbette. Zil ilk olarak içte duyumsanır.
Malina,
Ivan,
babam
ve tüm dışsallığın bilgisi.
Hepsi ne kadar da benzer birbirine. Ve isterler geçmek ben’i, ve ben, onları seyre dalarım. Tıpkı ulu bir dağa dalar gibi. Tıpkı dağın zirvesinde Troya’yı seyre dalan tanrılar gibi, onlara el sallarım, size el sallarım, ancak böyle değişmeye başlar ‘ben’, ve böylece bölünemez olur artık geceler.
Selma Cengiz
.
.
.
Ingeborg Bachmann’ın Malina’sından…
“Taşıtla gitmek zorunda olmadığımız bu Kent Parkı’yla ilişkimiz, ondan kaçınmamıza yol açan, içtenlikten yoksun bir ilişki, ve ben artık masallardan kalma hiçbir şey anımsamıyorum.”
“Zaman oluyor, üstündeki ilk çiçekleriyle manolya ağacını belli belirsiz fark edebiliyorum; ama insan bunu her defasında önemli bir olaymış gibi vurgulayamaz; ve ben, hiç düşünmeksizin Malina’ya bir kez daha, bugünkü gibi, Kent Parkı’ndaki şu manolyalar, gördün mü onları? diye sorduğumda, nazik bir erkek olduğundan sorumu yanıtlayacak ve evet anlamında başını sallayacaktır; ama manolyalı cümle, bugüne değin çok duymuş olduğu bir cümledir.”
“Bizi çok aşan bağlamları istediğim gibi tasarımlamama engel bulunmadığı için, ve bunu yaparken hiçbir bilim beni denetleyemediği için, astrolojinin işine karışmak tehlikesi pahasına kendi başlangıcımı bir sonla aynı bağlam içerisine yerleştiriyorum, çünkü bir insanın ruhu söndüğünde bir başkasının yaşamaya başlaması için hiçbir neden yok.”
“Çünkü birbirimize söylediğimiz sayılı şeylerle, ona gerçekten söylemek istediğim arasında bir hava boşluğu var.”
“Bir çatı altında başkalarıyla birlikte yaşamak bile, tek başına korkmak için yeterli.”
“Kendi neslimi sözcüklerle sürdürüyorum ve Ivan’ın neslini de sürdürmekteyim, yeni bir tür üretiyorum, benim ve Ivan’ın birleşmesinden Tanrının istediği doğuyor:
Ateş kuşları
Göktaşları
Yeraltı ateşleri
Yeşim damlaları”
“Peki ben, sonsuza değin mi zorunluyum? İnsan, sonsuza değin mi zorunlu? Bütün bir yaşam boyunca mı beklemek zorunda?”
“Bir gün gelecek, kadınların altın kırmızısı gözleri, altın kırmızısı saçları olacak ve kadınlıklarının şiiri yeniden yazılacak.”
“Ben, mutlak nitelikteki ilk israfın simgesiyim, kendimi esrikliğe kaptırmışım, dünyadan akıllı bir biçimde yararlanabilme yeteneğim yok ve adına toplum denen maskeli baloda boy gösterebilirim, ama gelmeyebilirim de; engeli çıkmış biri gibi yada kendine maske yapmayı unutmuş, ihmali yüzünden kostümünü artık bulamayan ve bundan ötürü de günün birinde artık davet edilmeyen biri gibi.”
“Gece olduğunu ancak ikinci gece fark edersin, artık herkes daha bir sessiz olmuştur.”
“Ama insan yaşamının ilk bölümünü nasıl yaşar, bilmiyorum, herhalde bu ilk bölüm, gecenin ilk bölümü gibi olmalı, yani neşeli saatlerle dolu falan, o saatleri şimdi bir araya getirip anımsayabilmek çok güç benim için, çünkü o sıralarda aklın egemenliğine girmiştim ve zamanımın geri kalanını da akıl almış olmalı.”
Ingeborg Bachmann
Kaynakça: Bachmann I. (2023). Malina. (Ahmet Cemal). YKY. (1971).
Şununla paylaş: