Dünya kesif bir anlamsızlık ve umutsuzluğa boğuldu. Anlam da umut da yok.
Şairin inancı da yok. O eski güzel günlerde hayat gelecek vaat ediyordu ve insanın yüzü gelecek güneşli sıcak esirgeyen günlere dönüktü. Herkesin önünde salt onu bekleyen bir gelecek vardı. İyi ya da kötü. Şimdi ise sanki şimdinin içine gömülmüş gibi her şey; insan, nesne, duygu, düşünce, zaman, mekan.
Şiir inşa ediyordu. Var ediyor ve onu var kılıyordu. Bir somutluk ve buut taşıyordu. Şimdi ise parçalanıyor, inşa edilmiş şiir çöküyor. Korkunç bir yokluk rüzgarıyle sarsılıyor. Temellerinden sökülüyor. Kimse insanın da şairin de umutvar olabileceğini söylemesin. Gelecek çok dar. Şimdi çok sıkışık. Geçmiş hatırlanmıyor. Eğer insan umudunu yitirmişse şair çoktan can çekişiyordur.
İnsanın varlığı (bedeni) yerin yüzünden siliniyor. Boyutlarını ve hacmini yitirip bir resme dönüşüyor. Bu resmin derinliği ve genişliği yok. Satıhta, tek boyutlu. Sanki bir göstergeye evrilmiş. Ama kendini göstermiyor. Her şey başka bir şey olmuş. Hiçbir şey olduğu şey değil. Olduğu şeyden başkasını işaret ediyor. Bu işaret ettikleri de varlıklar değil, sadece kavramlar. Yani somut bir varlığa, varlığın düşüncesine işaret ediyor olması gereken ama varlığından kopmuş olan kavramlar. Başkalaşıp meta-imgelere dönüşmüş kavramlar artık bir varlığa göndermiyor.
Şiir bütün bunların farkına varmadan gerçek anlamıyla şiir olamaz. Bu kesif anlamsızlığın ve umutsuzluğun farkında olarak yeni bir tepki vermelidir. Bu kesif ışıksızlığın içinde yeniden ışıldayacak bir yapı, biçim, dil ve hacim kazanmalıdır. Bu da bunu yapabilecek kadar eleştirel bir uyanıklığa sahip ama işte bütün bu durumun hissiyatını derinden yaşayan şairin yeniden var olmasına bağlıdır. Şair yenilmiş gibi görünüyor, çünkü insanlık yenilmiş gibi görünüyor. Ve insanlığın özü demek olan şair, insanın içine düştüğü bu durumu birinci elden en derinden yaşadığı için bu yenilmişliği bir başkaldırıya dönüştürebilir. Bu düşünsel bir tepki değil duygusal bir başkaldırıdır. Düşünce bu yeni dünyayı kavramakta yetersiz kalır. Bunun için şiire tam bu zamanda ihtiyaç vardır. Zira şiir düşünceyle değil, duygunun aklıya düşünür. Duyarlıkla hazmeder, kavrar.
Şiir sadece ülkemizde değil bütün dünyada tehdit altında. Sürgün edildi hayattan, dünyadan. Onun sürgün edilmesi insanın da sürgün edilmiş olduğu anlamına gelir. Şiire yönelik tehdit insanlığa yönelik tehdittir aynı zamanda. Ki şiirin sürgün edilişi aslında onun sistem tarafından massedilip nötrleştirilmesidir. Şimdi massedilemeyecek, içselleştirilemeyecek, kodları çözülemeyecek bir şiirin yazılması gereklidir.
Bu anlamda, şiirin eski şiirsel tavırları ve yöntemleri ve elbette biçimleri yeniden gözden geçirmesi gereklidir. Bunu yapacak olan şiirin fışkırdığı varlık olan şairdir. Şiir şairden fışkırır, ama kaynağı şair değil varlıktır. Ancak varlığın çoktandır işitilemeyen sesine kulak verecek olan şiir hakikati seslendirebilir. Hakikati seslendirmek ne yüce bir iştir ki varlığın kendi ağzından konuşması demektir bu.
Bunu ancak kendini bütün varlığıyla varlığa, dünyaya açacak olan şair başarabilir. Şair hakikatin açığa çıkması için kendi varlığını saydamlaştırarak varlığın kendi varlığında görünür olmasını sağlamalıdır. Bu bir tür fedadır; yani şair kendi varlığını feda ederek varlığın açığa çıkmasını sağlayacaktır. Çünkü bugün artık varlık, şairin kendi varlığını feda etmesi suretiyle açığa çıkabilir. Zira günümüzde hüküm süren hiçlik’tir. Ancak kendisini hiçleştiren şair, hiçliğin mekanizmasını çözerek onu aşabilir. Kendi varlığını korumaya çalışan, hiçliğe teslim olmayan şair şiiri açığa çıkaramaz. Şairin öldüğü yerde şiir dirilecektir. Ama şairin ölümü eyleme yönelik bir ölümdür, bir tür fedadır. “Sararıp solmaktansa, kül olup yanmayı yeğlerim.” Şairin kendini feda etmesi ve kendini feda edişini yaşaması ve dünyanın gözüne soka soka bunu ifa etmesi şairin kendini feda etmesinin dünyanın onu algılaması anlamına gelecektir. Herkes kazanmaya çalşırken şair kaybederek, kazanmanın mantığını aşacaktır. Şair ölerek dirilecektir.
Şair işte bunun için şiirde düşünceyi, akılcılığı, aklı reddedip varlığa nüfuz etmesini sağlayacak duyarlığına, duygularına yönelmesiyle bugünkü dünyanın şizofrenik-akılcılığını aşacak, ilkel bir yaklaşımla varlığın ilk haline, esasına dönecektir. Bunun için duygunun ilkelliğine, barbarlığına, vahşetine ve yakıcılığına ihtiyacı vardır. Şairin rengi artık kırmızı olmalıdır. Aklın mat griliğine karşı duygunun vahşi ateş kırmızısı.
Şiir asla yok olmaya boyun eğmeyecek, şair asla yok sayılmayı kabul etmeyecektir.