“Şiir İfrazattır” 84 yıl önceki bir tartışma

Bu Çağ Dergi > Genel > Tefrika > “Şiir İfrazattır” 84 yıl önceki bir tartışma

“Şiir İfrazattır” 84 yıl önceki bir tartışma - Cengiz Kılçer

1940’ların başında yeni edebiyat dergilerinin çıkmasıyla beraber yeni şairler de şiirleriyle dikkat çekmeye başlar. Yeni şairler/şiirler sadece ölçüyü, uyağı atmakla yetinmiyor alışılmış beğeniye karşı çıkıyor, şiire toplumsal, siyasal bir içerik yüklüyor ve doğrudan başkaldırıyor.

1940 Eylülünde Akşam gazetesinde Şevket Rado, ressam ve şair Arif Dino ile bir anket yapıyor. Anketteki Dino’nun “Şiir İfrazattır ve aklın sıhhati için lazımdır” sözleri şiir ve edebiyat çevresinde bir ay sürecek tartışmalara yol açıyor. Arif Dino’nun bu sözünü yine en doğru anlayan kardeşi Abidin Dino’dur: “Sevdiğim bir şair “şiir, en ince, en müşkül, bir istihsaldir [üretimdir]” demişti. Bence bu istihsalin ham maddesi tahteşşuurun [bilinçaltının] ifrazatıdır. Bu ifrazat şuur içinde işlenir, süzülür, hazırlanır ve nihayet ortaya çıkarılır. Şiire bu manada ifrazat denmiş, mesele bundan ibaret. Sabahattin Ali ifrazatın insanların herhangi birinden müfrez [bütünden ayrılmış, ifraz edilmiş] olan şeye denilebileceği gibi, şiirin de aklın bir ifrazı olabileceğini kimi yazarların bunu daha galiz bir manada almayı tercih ettiklerin ifade ediyor.

Bu tartışmaya Son Posta gazetesi de dâhil oluyor. Tartışmaya katılan isimler arasında Abidin Dino, Arif Dino, Asaf Hâlet Çelebi, Cahid Tanyol, Celâl Sılay, Fikret Adil, Necip Fazıl, Halid Fahri,  Orhan Seyfi, Sabahaddin Ali, Sadri Ertem, Yusuf Ziya ve bir de kim olduğu meçhul “Tanınmış bir sinir doktoru”da var.

Önemli bulduğumuz bu tartışmayı araştırırken aklımızın bir köşesinde 84 yıl sonra bu tartışma bizi niye ilgilendirir, günümüzde bu tartışmanın bir değeri var mıdır sorusu vardı. Ne ki, yeniye ve ilerici olana karşı muhafazakâr tepkinin 84 yıl sonra bile belli çevrelerde devam ettiğini ve pek değişmediğini görüyoruz.

Yeni şairlerin yazdıkları, yeni şiirlere itirazlar ve tepkiler yoğunluklu olarak başta Necip Fazıl olmak üzere Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz’in yer aldığı muhafazakâr Beş Hececiler grubundan geliyor. Yeni şiirlerin ölçüsüz ve uyaksız olmasına, kimi şiirlerin de anlamına nüfuz edilememesine şaşırıyorlar, niçin böyle şiirler yazılıyor diye soruyorlar. Ancak bu kadarla yetinmiyorlar, eleştiri sınırlarını aşıp, genç şairleri alaya alıyorlar ve bunu yaparken de işi ifrata vardırmaya kadar götürüyorlar.

Orhan Seyfi Orhon yeni şairleri “sanatkâr haysiyeti”ne sahip olmamakla suçluyor, “tanınmış bir sinir doktoru” ise yeni şairler için: “Hepsi akıl hastasıdır”  teşhisini koyuyor, Necip Fazıl ise “çocukların (Yoyo) modası kadar hafif, çerden çöpten, gelip geçici ” diyebiliyor.

Genç şairleri eleştirenlerin ortak özellikleri gericilik ve kadın düşmanlığıdır. Halid Fahri: “Orhan Veli’nin “Vesikalı yârim” adlı şiirini gördüm. Şairin zevkine ne diye karışıyorsunuz. O da vesikalı seviyor” sözleriyle Orhan Veli kişiliğinde genelev kadınlarını aşağılarken

Muhafazakâr terimini, liberalizm ve faşizm arasındaki siyasi yelpazeyi işgal eden sağcı bakış açısı olarak kullanıyoruz. Genç şairlere/şiire yönelik bu muhafazakâr tepkinin şiir ya da estetik kaygı adına yapıldığını düşünmemek için elde yeterli sebepler var; dolayısıyla muhafazakâr tepkinin pek masum olduğunu söyleyemeyiz. Asıl mesele şair, siyasal iktidar, ideolojik yönelimler meselesidir. Bu tepkinin üstü kazıldığında, söz konusu çevrenin otoritelerini, kültürel sermayelerini, kültürel “iktidarlarını” ve siyasi iktidardan gelen paraları kaybetme tehlikesiyle yüz yüze kaldıkları ortaya çıkacaktır.

Genç şairlere/şiire yönelik tepkiyi örgütleyen şairler arasında öne çıkan Yusuf Ziya Ortaç’ın ve Orhan Seyfi Orhon bacanakların Demokrat Parti (DP) lideri Adnan Menderes’ten ne kadar para aldıklarının belgeleri ortada. Tek bir örnek vermekle yetinelim:

Benim Pek Muhterem Efendim. (8.2.1957)

İş Bankası’ndan bir ihbarname geldi. Bana 2000 lira gönderilmiş! Beni böyle bir yardıma müftekir [muhtaç, züğürt, fakir] görmeyeceğinize ve böyle bir para gönderilmesini emir buyurmuş olmayacağınıza inandığım için gelen havaleyi aynen iade etmiş olduğumu arz ederim. Lütfen takdir buyurunuz ki iki bin liraya avuç açacak bir insan, Akbaba’daki yazıları yazmak ve sizin elinizi sıkmak şerefine layık olamaz. Bunun çok dışında ve çok üstünde olan hürmet ve muhabbetlerimi lütfen kabul buyurunuz.

Ortaç[1]

1940 yılının eylül ayında şiir üzerine yapılan tartışma 84 yıl sonra bizi niye ilgilendirir sorusuna bir soru daha ekleyebiliriz: “Şiir İfrazattır” tespitine günümüz şairleri nasıl bir yanıt verirdi?

 

Arif Dino ile şiire dair bir konuşma

“Şiir İfrazattır ve aklın sıhhati için lazımdır.”

“Şiirde vezin ve kafiyeyi elbiseye benzetiyorum, elbise ne kadar güzel

olursa olsun vücutla alakası yoktur,,

Akşam Gazetesi 19 Eylül 1940 Perşembe

Söyleşi: Şevket Rado

 

Yeni edebi mecmualar çıkıyor, bunlarda intişar[2] eden yeni şiirler nazar dikkati celp ediyor. Yeni şiirlerin çoğu muhtelif bakımlardan itiraza uğramaktadır. Bazılarının vezinsiz ve kafiyesiz olmasına, bazılarının manasına nüfuz edilememesine kızanlar var. Edebiyatla meşgul olanlar ikide bir şu sual soruyorlar: Niçin böyle şiirler yazılıyor?

Adeta müştereken sorulan bu suale bir cevap teşkil eder ümidiyle yeni tarzda şiir yazanlardan birde konuşmak istedim ve ressam Arif Dino’yu seçtim. Arif Dino’nun şiirleri vezinsiz ve kafiyesiz olduğu gibi anlaşılmamakla itham edilenler arasındadır. Ayrıca şiirlerinin çok kısa oluşu da nazar dikkati celb ediyor. Onun iki satırdan ibaret şiirleri vardır ve uzun şiirleri de altı, yedi satın geçmez. Sonra Arif Dino uzun zaman Avrupa’da bulunmuş, şiirle esaslı surette meşgul olmuş yaşı kemale ermiş bir sanatkârdır. Onu Beyazıt’taki Küllük kahvesinde buldum ve maksadım anlattıktan sonra sordum:

— Niçin vezinsiz ve kafiyesiz şiirler yazıyorsunuz?

— Ben mensur şiir taraftarıyım ve şifahi bir şairim, dedi. Şiirlerimi yazmam söylerim. Şiirde vezin ve kafiye ancak bir yardımcıdır, fakat şiirin esasını bunlar teşkil etmez. Ben şiirde vezin ve kafiyeyi bir elbise telakki ediyorum. Elbise ne kadar güzel olursa olsun içindeki vücutla alakası yoktur. Mensur şiir ise vezin ve kafiyeden kurtulmuş şiirdir; vücudun veya çirkinliği meydandadır. Bu tarzda şiir bizde aykırı görülüyor ve birçok adamlar tarafından mecnûnane telakki ediliyorsa da Avrupa’da bir şiir tam olarak kabul edilmiştir ve harcı âlemdir. Bu nevi şiir teknik bakımdan şairane bir teksif telakki olunabilir.

— Sizce şiir nedir?

— Şifahi bir güzellik ifadesidir. Güzel tarif edilemediği için şiirin de tarifi mümkün değildir. Bana göre şiir bir teksif vasfını taşımakla beraber ani, kendiliğinden gelen bir buluştur. Emek, yani kafiye ve vezin ustalığı değil ifrazattır. Vücudun sıhhati için diğer ifrazIar nasıl lazımsa aklın sıhhati için de bu ifrazat bence lazımdır.

— Şiirleriniz niçin çok kısa yazıyorsunuz?

— Şiiri bir teksif[3] telakki ettiğim için. Uzun şiir bir teksif olmadığına göre kısa yazmayı tercih ediyorum Bu suretle şiirimi beğenmeyen okuyucuları da yormamış oluyorum.

— Şiirleriniz mantıksızlık ve manasızlıkla itham ediliyor.

— Evet, şiirden mantığı ve manayı çıkaran şairler vardır. Onların en marufu ve en büyüğü Arthur Rimbaud’dur. Onun mensur şiirlerini teşkil eden cümlelerde mana ve mantık mevcut olduğu halde heyeti umumiyesinde mana ve mantık yoktur. Benim en çok beğendiğim şairin Rimbaud olduğunu da ilave edebilirim.

— Bu şiirlerde size zevk veren nedir?

— Çok kuvvetli bir lirizm. Bunu size ancak bir misalle anlatabilirim. Bir tramvay tasavvur edin. İçerisi tıklım, tıklım dolu. Süratle giderken vatman ani bir surette tramvayı durdu. Ayakta olanlar birbirlerinin üzerine yıkılarak düştüler. Ben oturmuş olduğum için bu vakanın seyircisiyim ve gayri ihtiyari gülüyorum. Yere düşüp kalkanlardan biri yüzüme bakıp pek haklı olarak: “Ne gülüyorsun efendi? Az kaldı kolum kırılacaktı” diyor. O zaman işe şuurum müdahale ederek cevap veriyorum: “Ayakta duranları devrilen iskambil kâğıtlarına benzettim de gayri ihtiyari güldüm”. İşte şiir de böyledir. Hislerimiz gayri şuuri olarak doğar, aklın müdahalesi ve mantık onu sonradan izah eder. Lirizm ise hissin ifadesidir. Mantığın müdahalesi hislerimizin yani lirizmin sükûtu demektir. Tramvaydaki hadiseye nasıl gülmüşsem şiiri de öyle beğeniyorum. Bence mantıktan lirizmi çıkardınız mı mantıksızlık kalır. Yani: Mantık — Lirizm = Mantıksızlık. Bana öyle geliyor ki mantığın ihraç edilmesi sanatı kendi sahasına daha fazla yaklaştırmıştır. Sanatta mantığın ihracı son asırda türlü türlü ifade edilmiştir. Mesela Franz Kafka, Rimbaud’nun tamamen aksi bir yol takip eder. Fevkalade bir mantıkla manasız neticelere varır. Yaptığı lirizm onda da çok kuvvetlidir. Misalleri çoğaltabilirim. Fakat itiyadımı kaybetmemek üzere bunu da kısa kesiyorum.

— Sizin şiirlerinizde mana var mıdır, sualime cevap vermediniz. Mesela sizin son çıkan: Taştan mantar tarlası; Çok yaşasın ölüler! Diye iki satırdan ibaret şiirinizde ne demek istediğiniz anlaşılamamış.

— Şiirlerimde mana vardır. Fakat ihtimal anlamak biraz güç. Size bu şiirin manasını söyleyeyim: Mezarlıklardaki o sıra sıra mezar taşları bana bir mantar tarlası hissini veriyor ve ölülerin ebediyet arzusu gibi görünüyorlar. Şiirim bu hissin ifadesidir ve anlayanlar için değil, anlamayanlar için lirizmi yüksek olabilir.

İşte Arif Dino’nun ağzından şiirlerinin bir izahı.

Ş.R.

 

Şairler arasında anket Şiir ifrazat mıdır?

Necib Fazıl: “Bugün sun’i vasıtalarla ortalıkta günü birlik sesler bırakan dalâlet ve hiffet örnekleri o kadar çabuk unutulacaklar ki yarın edebiyatın (Tıbbi Adli) müessesesine yerleştirilmek üzere aranıldıkları vakit belki, de bulunamayacaklar» diyor.

Son Posta Gazetesi 21 Eylül Cumartesi 1940

Söyleşi: Nusret Safa Coşkun

 

 

Bir müddet evvel Babıali Caddesinde gençlerin eskilere karşı kazan kaldırıp, etrafı birbirine kattıkları malumunuzdur. Saman alevi kadar ömrü vefa etmeyen bu patırtıyı takiben geçen sükûnet devresini bugünlerde görülen bir kıpırdanış biraz canlandırmış bulunuyor.

Yalnız birdenbire ortalığı istila ediveren yenici mecmualarda bir takım garip şiirlere tesadüf ediliyor ki, bugünlerde dedikodu mevzuu olanları da bunladır. Nihayet dün yenilere fikir antrepoluğu yapanlardan biri bütün bu cereyanı bir cümlede hülâsa etti. Bir refikimizin muharririne, “şiir, ifrazattır, aklın sıhhati için lazımdır” dedi. Allah tak

 

siratımı affetsin, geçen defaki patırtının müsebbibi olarak beni gösteriyorlardı. Bu defa da aynı günahı işliyorum. Gençlerin cephesine muhalif cepheyi tutanlar bakalım bu defa ne diyorlar. Sırası ile birer birer bu muhalif cephe kumandanlarını size dinletmeğe çalışacağım.

Hakiki genç nesili edebinin en kuvvetli mümessillerinden sayılan Necib Fazıl Kısakürek ilk yaylım ateşini bugün açmış bulunuyor. Yenilerden birisi, şiiri ifrazat, aklın sıhhati için lazım bir şey telakki ediyor ve kısaca (şiir ifrazattır) diyor. Bu telakkiye dersiniz? Necib Fazılın daima bir sinir meddücezri halindeki yüzü birden duruldu ve kısa bir sükûnete gök gürültüsünü andıran bir coşkunlukla bağlayarak söze başladı:

— Farkında mısınız ki yeniler diye adeta bir zümreyi çerçevelemiş ol

 

uyorsunuz? Ben şiir ve sanatta henüz böyle bir zümre tanımıyorum. Zümreler şuurlu veya şuursuz olarak iki türlü teşekkül eder. Şuurlu zümreler -ki insan bölümleridir- belli başlı görüş ve iş vasıfları altında sistemli bir birlik ifade ederler. Şuursuz zümreler de, mesela filokosralı[4] asmalar gibi, celp veya defedilmesi ellerinde olmayan bir dış tesir altında, mecburi bir benzerlik temsil ederler, İkinci soydan şuursuz zümreleşmelere, yalnız cemadatta[5] nebatta ve hayvanatta rastlanır. Mesela deniz kenarlarında dalgaların hücumları ile süngerleşmiş kayalar, bakımsızlıktan hastalanmış çam ağaçları, iğdiş edilmiş beygirler…

Zümre mefhumunu, insanların iradeleri ve şuurları ile kendilerine tayin ettikleri bölümler üzerinde kullanıyoruz. Onun içindir ki, Bakırköy akıl hastanesinin, her biri bir (Napolyon), bir (İsa), bir (Lenin) olma

 

k iddiasındaki zavallı nikbinlerini bir zümre telakki edemeyiz.

Yeniler diye çerçevelediğiniz genç kalem tecrübelerini, topyekûn ve sistemli bir ideolocya ve poetika zemininde, ölçüye, farikaya ve yeni dünya görüşlerine temayül etmekten çok uzak, mümkün olduğu kadar uzak gördüğüm için, onlarda iyi veya kötü bir zümre temsil etmek değerini bulmuyorum.

Diyorsunuz ki bunlardan biri, şiiri ifrazat, aklın sıhhati için lazım bir nesne telâkki ediyormuş; kısaca (şiir ifrazattır) diyormuş. Bunu söyleyen kimdir, nasıl bir ifade ve düşünce silsilesi içinde söylemiştir bilmiyorum. Fakat sizden dinlediğim şekle göre, bende uyandırdığı intibaı hemen gösterebilirim: İşte bu laf, mide gurultusu gibi tam ve mutlak ferdi, marazi ve hiç bir zümreye mal edilmesi mümkün olmayan ve yeni dediklerinizin zümre, ruh ve düzenine ne kadar yabancı

olduklarını gösteren bir vesikadır.

Demek ki şiir ter gibi tükürük gibi şu veya bu gibi biri ifrazat… Bu ifrazatın koruduğu şey de, geride kalan ve şiirle hiç alakalanmayan akıl…

Eyvahlar olsun! Öyleyse şair de, eşyanın zıddıyla zahir olması tarzında, akıllı ve salim insanları çürüklerinden ayırt etmeğe memur bir deli, bir zavallı, bir kaçık… Ve böyle olmasına rağmen geride kalan salim insanları muhafaza ve izhar[6] etmek bakımından cemiyete faydalı bir uzuv… Bu lafı söyleyen her kimse, ona yenilerin müteşekkir olması değil, düşman olması lazım. Zira o, şiiri değil, yeni dediklerinizin şiirini ifşa etmiş oluyor. Böylece bu lafın sahibi, belki de farkında olmaksızın, hâdiseyi bizim ufuklara baktığımız taraçadan seyrediyor demektir. Hakikaten birkaç örneği ile göz attığım ve münekkit vehmedilen bir politikacının tuttuğuna şahit olduğum bir nevi şiir, tükürük. Salya ve ter gibi, büyük şiirin selâmeti uğurunda Allah’ın idrak bünyelerimizde yarattığı, kontrolsüz, mürakabesiz ve başıbo

ş bir ifrazdan başka hiç bir şey değildir.

Sizce şiir nedir? Kendilerini yeni farz eden ve şair geçinenleri nasıl buluyorsunuz?

— Bana şiirin ne demek olduğunu sormak: Bir odaya kapan! Ve kafanın sence en aziz seslerini notaya dökercesine düzene ve ahenge sok! Emrini vermekten farksızdır. Hayatımın ve varlık hikmetimin başlıca müessirini size nasıl bir kaç dakika ve birkaç satır içinde umumileştirebilirim? Bütün gaye ve ihtirasım, bir gün bu davayı

bütün kitaplaştırabilmek… Şimdilik müşahhas[7] mevzuumuz içinde, size şiirden ne anladığımı bir şimşek çakışındaki hızla bildirmeğe çalışayım: Şiir bence, kâinat mimarisinin ayni ebedi ve tabii kanunlar için de en olgun yemişi, büyük akıl ve riyaziyenin en üstün tecellisi, saf idrakin en ileri hamlesi, mutlak hakikatin en usta arayıcısı… Şiir bence, bütün kötü ölçülerin itesi, fakat ölçüsüzlük değil; bütün (…) fakat nizamsızlık değil; bütün geri şekillerin sonu, fakat şekilsizlik değil…

Hülâsa şiir bence; gayesi mutlak hakikati aramaktan başka bir şey olmayan büyük ve saf ilimlere nazaran, son derece ince bir metot farkı ile aynı davayı kucaklayıcı azametli bir idrak müessesesidir. En çetin metafizika avcılığı demek olan şiir tarifini bırakayım da, sualinizin birinci kısmına, ikinci kısmiyle birlikte cevap arıyayım: Bazı şeylerin ne olmadığını tarif etmek, ne olduğunu tariften daha kolaydır. İşte şair geçinenler diye bahsettiklerinizden yalnız birkaçının temsil ettiği şiir bence şiirin büyük çilesinden uzak düşebilmenin, şiirin bütün zaman ve mekânını kaybedebilmenin en korkunç örneğidir. Yani bu birkaç gen

cin şiiri kaybettiği kadar şiiri kaybedebilmenin imkân ve ihtimali yoktur. Şu halde şiirin tarifini ne yapalım; (şiir onlardan birkaçının bulduğu şeyin tam tersidir) demek, aşağı yukarı bir tarife varmaktır. Zira onların da yaptığı büyük şiir kanunlarının tam tersinden başka bir şey değildir. Bir şeyin tam tersini yapmak, bir şey yapmak mıdır? Fakat bu birkaç maceracı yüzünden, hakiki genç nesil mümessillerini birbirine karıştırdığımı sanmayınız!  Şahısları ve eserleri ile temasa geldiğim öyleleri var ki, büyük ve soylu ananenin palavrasız, telâşsız, fakat emin varisleri mevkiindeler… Bugün sun’i vasıtalarla ortalıkta günübirlik sesler bırakan dalâlet ve hiffet[8] örnekleri o kadar çabuk unutulacaklar ki, yarın edebiyatın (Tıbbı Adlî) müessesesine yerleştirilmek üzere aranıldıkları vakit belki de bulunamayacaklar.

[1] Ülke Gazetesi “Pazarlık: Yusuf Ziya Ortaç’la, Orhan Seyfi Orhon kalemlerini nasıl kiralamışlardı?”, 30 Ağustos 1960. https://openaccess.marmara.edu.tr/items/431292af-8218-4bea-a689-cdb5f0f2c2c9

[2] dağılma, çıkma, yayılma.

[3] toplama, yoğunlaştırma.

[4] Phylloxera: Asma biti. Asmaların kökleri ve bazen yaprakları ile beslenen küçük, sarı, yaprak biti benzeri bir böcektir.

[5] Cansız varlıklar, cansızlar, cansız cisimler.

[6] Göstermek, belli etmek, açığa vurmak. Gösterme, ortaya çıkarma.

[7] Somut, maddî varlığa sahip.

[8] Hafiflik; kolaylık

 

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala