Cumartesi Odası

Bu Çağ Dergi > Genel > Köşe Yazısı > Cumartesi Odası

Cumartesi Odası - Bâki Ayhan T.

Cimrilik bilimi matematik

Rousseau’yu sık sık ve tekrar tekrar okurum. İnsan özgürlüğüne, toplum huzuruna onun kadar

kafa yormuş, özgürlüğün son derecede doğal bir olgu olduğunu kavramış kaç kişi kaldı ki? İnsanlık

neredeyse “insani” açıdan fetret devrini yaşıyor. Bugün birazcık özgürsek bunu saltanat/kraliyet karşıtı

Rousseau gibi düşünürlere borçluyuz. İnsani özü, insanın kadim çürümüşlüğünü o kadar iyi yakalamış

ki bakın ne diyor: “Astronomi boş inançlardan doğmuştur. Güzel söz söyleme sanatı hırstan, kinden,

dalkavukluk ve yalandan; matematik/hesap bilimi cimrilikten, fizik boş meraklardan ve bunların hepsi

birden hatta ahlak bilgisi bile insanın kendini fazlaca beğenmesinden doğmuştur.”

Roman okumak

Roman okumak, şiir okumak kadar olmasa da, ciddi bir donanım ve hazırlık gerektiriyor. Polisiye

okuyacaksanız asgari düzeyde de olsa kriminoloji, psikoloji bilmeniz beklenir. Tarihsel roman

okuyucusu ulusal ve evrensel tarihi ne kadar iyi bilirse okuduğunu o kadar iyi anlayacaktır. Politik

roman okumayı düşünen biri geçmişin ve devrin, özellikle romanda anlatılan devrin politik

gelişmelerini, kalkışma ve çatışmalarını iyi etüt etmelidir. Bir aşk romanı bile deneyimli birine söylediği

şeyi aşkın aşkınlığını tatmamış birine aynı derecede söylemez. Okunanlar bir taraftan kendi

sayfalarıyla okuyanı donatırken diğer taraftan gerektirdiği ön hazırlık ile başka açılardan da donanım

sağlar. Zola, Balzac, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Marquez, Dickens okumak o kadar kolay iş midir?

Yazmak…

artık büyülü bir şey değil, yazar ve şairlerin dünyası artık büyülü dünyalar değil. Sebep bu değil.

Yazarın ve şairin “insan” olarak gizeminin kalmamasında… Herkes ortalık yerde, herkes şair, herkes

romancı. Ya büyü bozuldu ya da zaten büyü falan yoktu, insanlar yüzyıllar boyu kandırıldı.

Soylu sanat

Şiir, gerçekten soylu bir sanat. Bir zamanlar rezalet olarak nitelenen müzik türleri (kanto,

arabesk) aradan 30-40 yıl geçince yeniden moda olabiliyor. Kötü filmler, nostaljik bir tatla

televizyonlara taşınıp milyonlarca izleyici bulabiliyor. Zamanında kötü olduğu düşünülen şiir ise böyle

bir şansı asla yakalayamıyor.

Şair arkadaşlığı

Türk ve dünya edebiyatlarında şair arkadaşlıkları, dostluklarının unutulmaz örnekleri var.

Baudelaire-Nerval, Mayakovski-Yesenin, Tevfik Fikret-İsmail Safa, Mehmet Akif-Neyzen, Namık Kemal-

Ziya Paşa, Tanpınar-Tecer, Cahit Sıtkı-Ziya Osman vd. akla ilk gelenler arasında. Onların bazılarının

tanışma hikâyelerini, dostluk süreçlerini, bazılarının sonradan düşmanlığa varan ayrılışlarını biliyorum.

Dostluktaki kriterleri neydi bunu bilemiyorum ama şahsen ben bir şairle tanışıp arkadaşlık edeceksem

önceliğim iyi şair olmasında değil, iyi insan olmasındadır. İyi şiire ihtiyacım yok, onu ben yazıyorum

nasılsa. Ne var ki hem iyi insan hem de iyi şairse durum değişir, ideal olan gerçekleşmiş demektir!

İyi roman, kült roman

romanı “iyi” yapan yazınsal değerlerle “kült” yapan değerler aynı değil, hatta kimi zaman benzer bile

İyi romanla kült roman her zaman aynı çerçevede buluşamayabiliyor. Bir başka ifadeyle bir

değil! Sözgelimi meslekten romancı olmayan Harper Lee’nin Bülbülü Öldürmek’i yazınsal değerler

ölçeğine vurulduğunda ortalama bir yapıttır ama işlediği konu ve bakış açısı sayesinde “kült”

olabilmiştir. Filme çekilmiş olması eserin “kült”leşmesinde az etkili değildir. Bizden bir örnek

düşündüğümde Reşat Nuri geldi aklıma hemen. Çalıkuşu, zaaflarla dolu, sıkı örülmemiş bir roman

olduğu halde “kült”leşmiş; hatta daha iyi yazılmış olan Miskinler Tekkesi, Ateş Gecesi, Dudaktan Kalbe

gibi romanlarını gölgede bırakmıştır. Daha yenilerden bir örnek derseniz Selim İleri’ye bakalım derim.

Her ne kadar Her Gece Bodrum romanı kült olmuşsa da benim nazarımda ve roman dili ölçütlerime

göre Saz Caz Düğün Varyete, Cehennem Kraliçesi daha iyi yazılmış romanlardır.

2024 Dünya Şiir Günü Bildirisi

Şiirin doğuşu güneşin doğuşu gibi yavaş yavaş olmadı. Bir meyvenin olgunlaşması gibi süreci

içine çeke çeke kendini bulmadı şiir. Çığlık gibi birdenbire doğdu. Bütün coğrafyalarda, bütün dillerde

şiirin sarsılmaz bir dirençle daima özgürlükten yana olması bunun delilidir. Verilen değil alınan, kendini

sıkıştırılmışlık içinden yaratan bir şeydir şiir de özgürlük gibi. Sözün de kalbin de özgürleşmesidir. Şiir

hem kendi içinde hem de insanla birlikte evrilir. Dili dönüştürürken dille birlikte dönüşür. Daima saflığa

doğrudur onun gidişi. En karmaşık, mecazi, örtülü/metaforik göründüğü yerde bile çıplaktır. İnsanın

söz’ünden çok öz’üne bağlı olmasından kaynaklanır bu. Öz, fazla karmaşaya gelmez; dağıtır, yitirir

kendini. Şiir de…

Şiir, saf olmasına saftır ama arınmışlıkla var olan bir rutinin içinde yer alamaz, almış gibi

göründüğünde o artık şiir değildir, piyasanın malzemesidir, onun değerini piyasa ölçer. Biz, daima

şiirden yana konuşuruz; bu demektir ki piyasaya yakın durmayız. Şiirin saflığında anlaşılmaz bir

derinlik vardır, anlaşılmaz ve belki de anlaşılmaması gereken… Bu ancak piyasa dışı kalmakla

korunabilir.

Hasımları, beş benzemezi, ikili karşıtlığı içinde taşır şiir. Onlarla hayat bulur, onlara hayat verir.

Düelloyu durduracak gücü vardır iki tarafla da barış çubuğu tüttürerek. Sana ve bana değil, bize ve

onlara dönüktür yüzü. Bağlanmaz, yosun tutmaz, muhasara edilemez. Hiçbir inanç ve düşünceyle

sınırlanamaz. Keşifçidir şiir. İnsanın henüz keşfedilmemiş dehşetli duyuşlarını onda bulursunuz yalnız.

Bir kargadan onlarca serçe havalanabilir şiirin olduğu yerde. Bozarak düzeltir dünyayı. Bozarak düzen

katar dile. Sarsıp bozarak yüceltir duygu ve duyarlığı. Yapıp çatmak değil bozmaktır onun işi. Suyun

yolunu kesen, en çok şiirden korkar; şiirin deliliğinden, sözdinlemezliğinden, özgürlük aşkından.

Söz, şiiri boğmaya çalıştı yüzyıllar boyu. Şimdi de görsellik ve imaj bunu yapmaya, amansız bir

düşman gibi gördüğü şiiri dijital verilerle sıkıştırmaya çabalıyor. Her şeye “post” serenler, postpoetika

diye haykırarak ortalığa çıkmadan, şiirin ön ya da son eklerle dokunulmazlığını ilan etmek

durumundayız. Onu her şeyden arındırmak gerekir ilk saflığına döndürmek için. Sonra, gerekirse,

yeteneksiz binlerin elinde kirlenmesini seyredebiliriz hep beraber. Düştüğü yerden kalkacak, kırıldığı

yerden diklenecek, kirlendiği yerden saflaşacaktır. Güvenebiliriz…

Şiir yazmak kolay, şiir üzerine konuşmak zor çünkü bunu yaparken şiirin yerine de konuşmak

durumunda kalıyoruz. Oysa onun yerine ancak kendisi koyulabilir, konuşabilir; bir benzeri bile değil.

Ondan ki her şeyden fazla, şiiri özgür bırakmak gerekir. Şiirin kafesi açılmalıdır sonuna dek. Göklerin ve

yerlerin sınırsızlığını bize o gösterdi, biz de ona bunu yeniden armağan edebiliriz. Böylece bir kez daha

birlikte var olabiliriz.

Bâki Ayhan T.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala