Mart 2025 eylemlerini hem daha eski zamanlarla, hem Gezi’yle, hem de bugünün dinamikleriyle karşılaştırarak bağlamını bulmaya çalışarak gözleyince;
Öğrenciler! maddesi ilk göze çarpıyor. Öğrenciler diye bir siyasi özne Türkiye’de epeydir yoktu. Bu kendi başına çok ilginç.
Gezi’de dahi, adı Öğrenciler değildi politik öznenin – veya öznelerden birinin.
İşçiler veya Sendikalar, ya da Beyaz Yakalılar diye bir politik özne belirmedi sözgelimi Mart 2025 nümayişlerinde. İşçiler ne diyor, İşçiler ne istiyor, Sendikalar ne öneriyor, Beyaz Yakalılar ne öneriyor… bunlar kayıp. Öğrenciler ama kendilerini var ettiler sahnede.
Bu öte yandan eski bir sosyalistin, marksistin, anarşistin “işte budur” diyeceği türden bir dille, bir uslupla, bir akışla da yapılmadığı gibi, bir Gezi aktivistinin de “işte budur” diyeceği çerçevede değil. Farklar var. Farkları zamanla daha da belirginleşecek ve hepsini anlamaya çalışacağız. Ben “gençlerin ne yapmaları gerek,” diye hiç bakmadım. Ne yapmalarının gerektiği açısından değil de “acaba ne anlama geliyor bu yaptıkları,” açısından bakıyorum. Bir şey yapıyorlar mı, yapıyorlarsa bu ne, ve nasıl form alıyor, ve nasıl etkiliyor…
Öğrenciler farklı güzergâhlar, akışlar benimseyebiliyorlar, kentte çok uzun bir yılan gibi Maçka Parkı’ndan çıkıp Şişli Belediyesi’ne uzanmalarına tanıklık ettiğim bu güzel Salı günü öyleydi sözgelimi. Saraçhane’de başka bir mitinge dönüşmeye meyleden buluşma varken ve kendini merkezileştirmişken ondan ayrı bir rota. Yol boyunca göstericileri kabuk gibi saran polis hatları. Aktivistlerin aşırı devingen ‘nüfus hareketleri’. Birilerinin sürekli konvoya katılması, birilerinin sürekli konvoydan çıkması. Slogan atmayı bilmiyormuş gibi görünmeleri; ama bunun hem eksi hem artı olarak tezahür etmesi. Soluk, parlayıp sönen, eşgüdümlü atılamayan ve çoğu kez pek de iyi seçilmiş görünmeyen sloganlar. Diplomasız Tayyip; Gel gel gel [eyleme dışarıdan izleyicilerden –benim gibi gözlemcilerden– katılım çağrısı]; Hükümet İstifa [kastedilen hükümet olmasa da]; Polis simit sat onurlu yaşa gibi eski klasikler; Polis sen de isyan etsene; Hatay’da [depremde] Bolu’da [yangında] Polis Nerdeydi [sinir bozucu bir etkiye sahip]; Kayyumlar Gidecek Biz Kalacağız; Sert Adımlarla Her Yer İnlesin [Gençlik Marşı]; Kadınlar Ölürken Neredeydiniz; Mustafa Kemal’in askerleriyiz [sanılandan cılız]; İstanbul Uyuma İradene Sahip Çık; Hak hukuk adalet’ler ve Zıpla zıpla zıplamayan Tayyip’ler arasında kaynayıp gidiyordu. Kısık, eklektik, ritimsiz sloganların kopuk kopukluğu bazen tuhaf sessizlikler de doğuruyor. İki kişi arasında olsa birini lafa girmeye zorlayacak gibi tuhaf sessizlikler bir gösteri yürüyüşünde, üstelik sessizliği bir protesto biçimi olarak özellikle benimsememiş bir gösteri yürüyüşünde iyice garip. Sessizliklerini fotoğraflamaya çalıştım birkaç kez, ama işte işin erbabı olmadığım için olmadı. Ama bu sloganların atılamaması, bir iki eki saymazsak Kemalist sözlerle, sosyalist sözlerle, Gezi sözlerinin amalgamı gibi durmaları hiç de zayıflık gibi durmuyor. Hatta o boğucu, tırt tırt bağıran slogan attırıcılı sistemi, aynı ses ritmiyle di-re-ne-di-re-ne-kaza-na-cağızları, aynı ritmin bütün sloganları arka arkaya sarmasını, ağıtçı gibi bir rol üstlenen slogan attırıcının hoparlörlü varlığını, slogan atıcıların onun sözünü tekrarlayıp durmaktan ibaret rollerini bir kenara atmış oluyor. Hatta slogan ne ki, neden gerekliydi sahi diye bile düşünebilirsiniz –çünkü teorik olarak slogan topluluğu birarada tutmak, hedefi netlemek, motivasyonu yüksek tutmak, kamuoyuna mesaj vermek ve politik bellek üretmek için gerekliydi. Ama sloganların yokluğunda veya dağınık, kopuk, kesintili varlıklarında, özellikle de merkezi bir düzen ve yönetimden yoksun dezorganize varlıklarında da görüyoruz ki kararlılık, biraradalık, motivasyon, hedef netliği, bellek üretme ve mesajı iletme becerisi aynen sürüyor. Bıy bıy bıy atılan disiplinli sloganlar burada olsalar neyi daha iyi yaparlardı, neyin daha iyi işlemesini sağlarlardı diye düşünmeden edemiyorsun.
Öğrencilerin saatlerce taşıdıkları dövizler âdeta 140 sözcüklük Tweetler gibiler [onların döviz dediklerinden de kuşkuluyum bunlara]. Hepsi özel, kişisel, mizahi, kimi internet meme’lerine, TikTok videolarına, animelere, popüler dizilere göndermeli, kimi kolajlı, çizimli, görselli[1]. Çoğu laf sokucu. Farklı siyasi önceliklere sahipler ve kolaylıkla kişiseller. [Bi Kalk Pankat Hazırla, Bi Kalk Sesini Çıkart, Bi Dene Bir Şey; Zindanlar Soğuk, Zindanlar Yaşlı, Belki Biraz Üşürüz, Özgür Günlerde Görüşürüz; Tek Adamla Ömür mü Geçer; Apolitik Olmak Burjuva İşidir, Bizim İşimiz Çapuling; Don’t Be A D*cktator, Eat One; Ben Bi Tayyipe Diploma Götürüp Geliyom [Bir TikTok videosuna göndermeli]; Varlığınla Eksilttin Yokluğunla Çoğalacağım; Özgür [Özel] Miting Yapmayı Bırak Siktir Et Gel Öğrencilerle Yürü; Ne Sağdan Ne Soldan Atamın Yolundan; Kusura Bakma Anne Oğlun Bir Direnişe Tutuldu [yanında Atatürk resmiyle]; Sokakta Devrim, Sokakta Sefa; Ders mi? Memleket Bu Haldeyken; Kusura Bakmayın Biz De Görevimizi Yapıyoruz; Atatürk’ün Kızları Burda; Çapı Küçük Barikat Gelemem; ACAB 1312; 20’likleri Çekiyoruz [bir diş resmi ile]; Bu Öğrenciler Boykotta; Psikoloji Boykotta; Girls Just Wanna Have Demokrasi & Adalet; Prenses Tayyip ve Prenses Kayyımlar Tüm Türkiye’de Vizyonda; Hak Anarşiyle Alınır; Bu Adam Bizimle Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat Yani; A Man Will Die But Not His Ideas [Bir İnsan Ölür Ama Fikirleri Ölmez]; Ömrümde bu kadar çirkin bir yönetim görmedim, Başka bir mesleğe yönel istersen; İşçi Öğrenci El Ele Genel Greve; ODTÜ’ye Selam Direnişe Devam; Bahçeli Ateş Seni Çağırıyor [Cehennem ateşi resmi ile]; Nice Greek President Erdoganki; Revolution Party Tüm Halkımız Davetlidir; Zulüm ile Büyüyenler İsyan ile Yıkar; Hocam Gençlerin Geleceğini Çalmak Orucu Bozar mı?; Hocam Maketim Yetişmedi Karton Makete Gitti; Don’t Break Your Eylem Streak; Shingeki no Tayyip [Shingeki no Kyojin(Attack on Titan) diye, şehir duvarlarının arkasında kalan, insan yiyen devlere savaş açan genç askerleri anlatan bir animeye göndermeli, Photoshop’la anime sahnesine Bozdoğan kemeri ve Tayyip Erdoğan görseli konmuş]; çok sayıda body building ile kaslandırılmış bir bedene montajlanmış İmamoğlu yüzü dövizi; Bir Ölür Bin Diriliriz [İmamoğlu’na benzeyen sekiz farklı kişinin fotoğraflarıyla yapılmış bir kolaja benziyor]; İmaro [İmamoğlu’nun bir sokak röportajında yanlış söylenmesinin gençlerce benimsenmiş hâli]; Yemekte Yokum Anne Önemli Bir Direnişim Var; I Can See The Future, You Dont Live to See Tomorrow; Katledilip Katilleri Salınan Binlerce Kadınımız İçin de Buradayım; Işıl Işıl Her Yer Her Yer Sanki Devrim; Photoshop Biliyorum Ama Diplomam Gerçek; We Are Clean [Jose Mourinho göndermeli]; Bizim Gibi Üç Çocuk İster Misin?; Ali İsmail Korkmaz’ı da O Botlarla Öldürdünüz; Kazıcaz Tırnaklarla!!; Eylem Değil Polis Şiddeti Hukuksuz] Kim neyi önemsiyorsa ve öne çıkarmak istediyse. Twitter’da olduklarından çok daha sansürden korkusuzlar. Esprilerinin altında sıklıkla sınıraşma var. özgürlük var. Ve bir ideolojiyi, grubu, politik pozisyonu bağlamıyorlar. Kişisel malzemeler, tekrar söylüyorum. Çok fazla kişisel mesaj. Ve fedakarlıkla, çabayla, elle yazılmış, hazırlanmış bu Tweet-pankartlar, bu dövizler, kişisel bir mesajı cefayla sırtında taşırcasına 5 saat belki daha çok, taşınıyor. Ve bazen sadece bir şaka gibiler. Politik bir doğrultuyu özetlemiyorlar. Eski mesajlar gibi doğruları söylemiyorlar illaki bir açıdan. Sivri dilliler sıklıkla. Sansürlenemeyen Twitler gibi hissediyorlar kendilerini. Adını aşağıdanlık falan koymaya zahmet etmeden aşağıdanlık ve yataylık siyaseti gibi. O kadar çoklar ve o kadar çeşitliler ki. Onlarca belki yüzlerce farklı mesaj. Onaylayacağınız veya onaylamayacağınız bir sürü perspektif. Hepsi kendini ifade etmiş ve oradalar, yürüyorlar. Ve de bu mesajların genelde mizahi tonda olması yanıltıcı – taşıyanlar neşeli veya nüktedan görünmüyorlar. Mutsuz ve kızgın görünüyorlar.
Eylem teamüllerini de yüzlerini kapatma seviyeleriyle karıştırmış gibiler. Ninja gibi giyinmiş pek çok ılımlı slogan atıcı, merkezi politik jestleri destekleyici var. Giysi kodları otomatikman siyasi bir şey söylemiyor.
Kemalist sloganlar da kuşakdaşlarımın kafasını özellikle karıştırıyor sanki – ama sanırım günümüzde Kemalizm esnedi. Katı kalmadı. Post-Kemalizm üzerine tartışmalar okumaya benzemiyor ne kadar esnek siyasi özneler yarattığını görmek. Şimdi pembe, siyah, kırmızı, mor, yeşil, bir sürü renklere girip çıkabilen, geçmişin hatalarına takılmayalım modunda, her şeyde sürekli orta yolcu gibi gözükmesine rağmen aynı zamanda ülkü sahibi ve doğrultu, yönseme sahibi olabilen, esnek bir dil var. Bu dil aynı zamanda yer yer yönsemesine uymayınca dışlayıcı da üstelik, ama kapsayıcı etki yapmayı da başarıyor – en azından kendi kuşağında. Biz gibi Kenan Evren’le büyümüşlerin Tayyip Erdoğan’la büyümüşler için Kemalizmin yerini ve formunu tam anlayabildiklerini(diğimizi) sanmıyorum.
Mesnetsiz bir narsisizmle yoksulluk, yoksullaştırılma ve yoksunluk, yoksunlaştırılma ve ümitsizlikten, ümitsizleştirilmeden doğan saf bir öfkenin karışımını da insan bazen şaşkınlıkla gözlemliyor üniversiteli göstericilerde.
*
Şununla kapatayım. Şişli Belediyesi’ne kayyım atanması çok büyük bir demokrasi ayıbı, çok büyük bir ihlaldi. Siyasi iradeye el koymanın çok büyük bir jestiydi ve kayyım sessiz sedasız bir sabah pat diye belediyeye oturmuş ve emirleri oradan vermeye başlamıştı, seçilmiş başkan cezaevi yollarına sürüklenirken.
Bir direnişler barikatı ile karşılaşmamıştı kayyım. Kolayca binaya girmiş, ne için o göreve getirildiyse onu yapmaya başlamıştı.
Ama büyük, uzun kent yılanı gibi ilerleyen Öğrenciler, Maçka Parkı’ndan yola çıkıp belediye önüne geldiler, orayı kokladılar, oraya kokularını bıraktılar ve aynı anda Saraçhane’de mitingvari bir Özgür Özel konuşması varken yaptılar bunu ve ‘burada hukuksuz bir şey oldu’yu kentin ve ülkenin belleğine başka pek çok olası direnişten güçlü soktular. “Burada, bu belediyede, çürümüş bir şeyler olmakta,” dediler.
‘Bellek bıraktılar’ kente ama muhtemelen kendileri ‘hafıza bırakmak’ derdi.
25 Mart 2025
[1] Yazının bu bölüme katkıları, kimi dövizlerin ve göndermelerin izini sürmeme yardımları için Ada Güven Gürbüz’e teşekkürler.
Şununla paylaş: