ARMAĞAN AD

Bu Çağ Dergi > Genel > Şiir > ARMAĞAN AD

ARMAĞAN AD - Onur Tuna Bozbey

Armağan etmiyorum, tanrım, sana bu sözcüğü

bir saçak gibi toplandığında başın üstünde ay

ya da gün kırpıştığında aylalarıyla bir mindere dayanmış

ne de bu başı yakalarının arasında bir defter gibi dürülü

yaşadığı tahtaya atılmış yorgan yastık

boynu etten bir halka üzerinde durduğu

köpeğiyiz uyumanın ve uyanmanın ve hayat bir kemik

                                                                  fırlatılmış

ağarın mermerden döşek

yüzüm kanadığında ya da dudağım yarıldığında

sadece eğiliyorum ve alıyorum yerden bandı

ama sormuyorum, kulak asmıyorum hiçbir çağrıya,

                                               armağan etmiyorum

tevazuyla kalkmış bir eli ya da inmiş bir işareti

herhangi bir yıldız kaymasını, yüce başların tutulmasını,

asılı dudakları birleştiğinde çarpışmasını ışıkların

benzine verilmiş gibi duran göğü bile

armağan etmiyorum bu bedeni, paratoneri

oradaki yine bir taş ise, bir gün elime ve ayağıma batan

aksın diye beni baştan aşağı kesen kalp denilen

                                    nehir ağzından başlayarak

o milyonlarca yıllık, ilk ve narin bıçak, armağan etmiyorum,

                                 memnunum onları toplamaktan

ve bulmaktan sonra, tekrardan, seninle benim aramdaki farkı

matematiği yeni öğrenen çocuklar gibi her şeyi çözmüşcesine

tanrının her günü sayıp durduğu boncuk boncuk elleriyle

ve her gün saatleri kesip biçmekten başka bir işe yaramayan

                                                                                    artık

armağan etmiyorum alnıma bir düğüm inecek ve

                  günahlarımızı bölecek olan bu ilkel makinayı.

 

Dinle, duy,

hayatın çarpımları daha farklıdır

bu ekip biçme çölünde

bazen bir martı bir börülceyi haykırır

mesele hiçbir zaman sadece avcılık ya da bir av olmak değildir

doğanın duyuları beşten fazla

ama toplaşmışız sinekler gibi gördüğümüz ilk ateşin başında

sen uslu bir izci gibi şekerlerini kızart

ancak izi sürülecek ne kadar çok şey var

ne kadar çok şevk, ne kadar çok aşk

teleklerin ürpertisi ve yeraltında duyulan sıcak

es verdiğin ne şavklar geçen günün bir yemeği gibi

sudan bir sözcüğü balıkçılın köpüren ağzında tuttuğu

armağan etmiyorum hiçbirini, hiçbir kıyıyı

geri çekildiğimiz gitgide ve uzaklaştığımız

güneşe doğru atılmış yumak yumak bu çığlığı

bu gelgiti, ağrının bu musonunu

boşlukta bir arpa gibi süzülen herhangi bir adımı

bir kuyu olan evinde sonsuzca taşınmayı bekleyen

armağan etmiyorum çalı çırpı dolu bu yalnızlığı.

 

Bak, dinle, bir kovuk gibi, armağan etmiyorum

bir kere daha, ne de bu kalemi

ısırgan kokuku tümceyi evrenin parlayan imgesi

bu sözlüğü bu yer elması dolu beyni bir taşkın hasadı

                                                       kaldırdığında

bu gözleri bu iki açık yarayı

bu tuzu bu dikeni bakışın tutkalı

başımı çevirdiğimde kulağım gibi ötekinin artık orada

                                             olmadığını bildiğim

ve orada olmadığımızı

bu yüzden armağan etmiyorum

madem benim değil, çünkü benim değil

ve zaten armağan edilecek bir şey yok

ikimizden de çok uzakta bize geri dönecek olan söz

ve sesimiz o yekpare sözcükle sonsuzca yankılanan

asılıdır aynı boşlukta, nemalanmış ağızlarımız

armağan olan “hava” gibi

çünkü edemem

bir gönderde sündürülmüş duayı

giyemem bir palto gibi askılıkta

alelade konan bir kelebek yerine timsahtan toka

                                        burnunun üzerinde,

bundan sonra nasıl soluk alınıp verilirse,

ve son kez, adını söylemeyeceğim, armağan etmiyorum.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala