Aforizmatik Yazılar

Bu Çağ Dergi > Genel > Yazı > Aforizmatik Yazılar

Aforizmatik Yazılar - Hasan ÖZTOPRAK

Sanat ve İnsanoluş Süreci

En eskiye gidersek insanın kendi yaratıcılığına ait bulguların başında resimle (aslında

şekillerle) anlattığı hikâyeleri görürüz. Bu resim/şekillerin sonradan yazıya evirilen bir sürecin

de başı olduğu doğruysa şayet, o vakit hikâye anlatmanın da kadim bir insan yaratıcılığı

olduğunu kabul etmeliyiz. Bu meseleyi uzatmayacağım. Burada tartışılacak bir şey yok: şurası

kesin ki ‘hikâye anlatma’ bizi insan yapan şeydir ve şayet sanatsa en eski sanat olması gerekir.

Ve asıl söyleyeceğim şeyse şu: bu haliyle sanat organik bir şeydir. Bunun İnsanoluş süreciyle

de alakası var. Burada süreç derken “öz” de demek istiyorum, İnsanoluş özü…

Sanatı yapıtını bir iş değil de (bugün artık kaotik bir dünyada) organik bir özdisiplin

olarak görüyorum; insanı insan yapan hatta bunun en başında gelen ve alet yapmak kadar

önemli bir amel (iş değil) sayıyorum. Buradan yola çıkarak sanatı tanımlarsak onun (tanımın

bir parçası olarak) işlevli/etkin/aktif olduğunu ve bir ihtiyaca karşılık geldiğini söylemiş

oluruz. İşlevli olmayan ve bir ihtiyaca karşılık gelmeyen (edilgin/pasif) ama “sanat gibi

görünense” deyim yerindeyse onun işlevsiz bir naziresidir. Dolayısıyla İnsanoluş süreci (özü)

aynı zamanda, dediğim anlamda Sanatın da varoluş sürecidir (özüdür). Spinoza’nın şu

söylediğini de öyle algılıyorum: “…doğamızdan ya bizde ya da dışımızda tek başına açık ve

seçik olarak bilme gücünde [abç] bir şey çıktığı zaman, etkili oluyoruz. Tersine olarak, bizde

içten ya da dıştan ancak kısmi olarak parçalı nedeni olduğumuz [abç] bir şey meydana geldiği

zaman edilgin oluyoruz.” (Etika, B3 T2)

Bu bağlamda organik derken neyi kastettiğimi biraz daha açmam gerekir. Ben organik

derken bugün iğdiş edilmiş, kapsamında üretimin bulunduğu “organik” sözcüğünden söz

etmiyorum. Sözünü ettiğim, bizzat insanın içinde olan, organizmasıyla (doğasıyla) bağlantılı

olan şeydir; bu da sadece organlarla değil Spinoza’nın eserinde görebileceğimiz bedenin

duygulanışlarıyla alakalıdır. Spinoza’ya göre ‘beden duygulanışı’nın da apriori bir fikri

vardır: “Duygulanış deyince, Bedenin etkileme (tesir etme) gücünün artmasına veya

eksilmesine, tamamlanması ya da indirilmesine sebep olan Beden duygulanışlarını, aynı

zamanda bu duygulanışların fikirlerini anlıyorum.” (Etika, B3 T3) Ben de Sanatın, bedenin

duygulanışlarının fikrinden çıktığını, organik dememin de böyle anlanması gerektiğini

söylüyorum. (Söz gelimi ben “organik şiir” dediğimde içselleştirilmiş algının bedenden

yansımasını anlamak gerekir.)

Şimdi söz ve resim arasındaki ilişkiye gelirsek -ki şiire gideceksek yazıdan önce söze

bakmalıyız- sözün doğru ya da yanlış olduğuna bakmadan bir fikir ihtiva ettiğini

varsaymalıyız, bir fikir de doğru ya da yanlış (Spinozaca dersek ‘upuygun’) olduğuna

bakmadan nesnelerin doğasına bağlıdır. (Etika, B3 Ö36) Söz, fikrin bir türeviyse şayet sözden

önce nesnenin varlığını ve Negri’nin dediği gibi, sanatın; figürlerin, tekil nesnelerin ve

işaretlerin icadı olduğunu kabul etmeliyiz.

Sosyal antropologlar ilk insan topluluklarında sözün önemini anlatan pek çok yazı kaleme

aldılar. Etkin sözün, insanı harekete geçiren, insan eylemini faydaya dönüştüren şeylerin

içinde en önemlisi olduğu aşikârdır. Mağaradaki duvar resimlerinin (orada anlatılan

hikâyenin) işlevi neyse kabile şefinin sözünün işlevi de aynıdır; hatta mağara duvar

resimlerindeki estetik çizgiyle kabile şefinin sözündeki retorik de bu işlevin, dolayısıyla

İnsanoluş’un ve duvar resimlerinden hikâyeye, sözden şiire uzanan özün bir parçasıdır. Ve

hepsi birden “Beden Duygulanışı’nın fikrinden” başka bir şey değildir.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala