İllüzyonlar ve Mantarlar – 4. Şeytanın Ziyareti – Onur Sakarya

Bu Çağ Dergi > Genel > Tefrika > İllüzyonlar ve Mantarlar – 4. Şeytanın Ziyareti – Onur Sakarya

İllüzyonlar ve Mantarlar – 4. Şeytanın Ziyareti – Onur Sakarya - Bu Çağ Dergi

Çok acayip bir rüyaydı. Uyandığımda akşamın karanlığı beni karşıladı. Pencereden sokak lambalarının ışıttığı sokağı boylu boyunca görebiliyordum. Tekel bayi yerli yerinde duruyordu. Milyoncu yerli yerinde duruyordu. Yeni kombilerin itinayla vitrine dizildiği köşedeki o dükkân yerli yerinde duruyordu. Dünya yerli yerinde duruyordu. Saate baktım. Yediyi on iki geçiyor. Dışarı çıkıp biraz bira içmek istiyordum. Yemekle aram pek yoktu. Varsa yoksa bira ve salamlı sandviç. Buzdolabını açtım. Hiçbir bok yok. Sadece gazı kaçmış bir kola. Muhtemelen şerbet kıvamına gelmiş bir kola. Onu alıp çöpe attım. Çok az peynir. Salam bitmişti. Olabilir. Üstümde ince bir pijama vardı. Fakat oturduğum bina merkezi sistem olduğu için üşümüyordum çünkü kazanı hunharca köklüyorlardı. Üstümü giydim. Cüzdanımı, telefonumu ve anahtarımı alıp sokağa fırladım. Sigaram yoktu. Tekel bayiden bir paket sigara alıp yoluma devam ettim. Param vardı. Dün kira yatmıştı. Ya da kiradaki evlerimden biri diyeyim. Kiralarla geçiniyordum. Babadan anadan kalan daireler. Babam ve annem, ben on sekiz yaşındayken bir trafik kazasında ölmüşlerdi. Berbat hissetmiştim. Dünyadaki kökünü kaybetmek gibi bir şey. Her şeyi kaybetmek gibi. O anda dümdüz olmak gibi. Ezilmek gibi. Çok kötüydü. Şimdi mi? Otuzları devirdim. Bir işim yok. Bir eşim yok. Çocuk yok. Çünkü korktum hep. Kaybetmek korkusu. Kaybetme korkumdan dolayı hiç evlenmedim. Adaylar oldu. Uzun süren ilişkiler ama hepsi bana fazla geldi. Köksüz yaşamak daha iyi diye düşündüm hep. Annemle babamı kaybettikten sonra bu duygu lanet kalbime yerleşti ve bir daha hiç gitmedi. Yürüdüm. Çoktan kent merkezine varmıştım. Zaten oturduğum ev merkezde sayılırdı. Zarton Bar’a gidecektim. Onur Ağbinin yeri. Kıyak yerdir. Sakin ve elit. Kafam gümbürtüyü kaldıracak halde değildi. Çok uzun zamandır da değil. Hem yemek niyetine bir duble patates kızartması söylerim. Biri vardı. Bir adam. Sürekli geliyordu. Köşedeki masaya oturuyor, hiç renk vermeden birasını içiyor ve saat on ikiye gelmeden pılını pırtısını toplayıp gidiyordu. Gene oradaydı. Onur Ağbiye selam verip bara geçtim. Televizyonda sikindirik bir belgesel vardı. Hani şu aslan, kaplan, ceylanı filan yakalıyorlar, falan filan… İlgimi çekmedi. Üçüncü biradan sonra adama bakmaya başladım. Sigarasını içiyor ve boşluğa bakıyordu. Ara sıra birasını yudumluyordu. Bu sefer konuşacaktım. Bu adamı neredeyse üç senedir burada görürüm, bir kez bile yanına gitmedim, selam vermedim. Bar taburesinden indim. Yavaş adımlarla onun masasına yaklaştım. Merhaba, dedim ve oturdum. Bana bakmıyordu. Merhaba dedim, dedim. Yok bakmıyor. Omzuna dokundum. Kafasını çevirip yüzüme baktı ve başını sallayarak selam verdi. Nasılsın ağbi, dedim. Gene kafasını salladı. İyiyim, diyordu. Birasının sonunu fondipledi ve elini kaldırıp bir bira daha istedi. Konuşmuyorsun herhalde ağbi, dedim. Evet der gibi kafasını salladı. Konuşmuyordu. Sesi içine kaçmıştı sanki. Zaten konuştuğunu hiç görmedim. Bir peçete aldım. Gömlek cebimdeki tükenmez kalemle üzerine “neden konuşmuyorsun” diye yazdım. Baktı. Baktı. Gülümsedi. En azından havası yerine geldi diye düşündüm. Peçeteyi aldı ve üzerine “ben şeytanım, sessizliği seçtim” diye yazdı. Şeytan mısın, dalga mı geçiyorsun, diye yazdım. Ben dalga geçmem, diye yazdı. Kahkaha attım. Ağbi benimle kafa buluyor gibiydi. Birasından bir yudum aldı ve “seni cayır cayır yakarım” diye yazdı peçeteye. Yak o zaman, diye yazdım. Bana doğru döndü, gözleri bir anda kıpkırmızı oldu. O kadar sert bakıyordu ki… Peçeteye uzandım ve üstüne şunu yazdım: “Ne işin var bu barda?” Uzun zamandır seni izliyorum, diye yazdı. Neden, dedim. Seni yakmak için zaman ve günah kolluyordum, diye yazdı. Önünde sonunda bu masaya gelecektin, diye yazdı. Sen günahkâr bir adamsın, diye yazdı. Yazmaya devam ediyordu: “ Sonun geldi. Cehennem yolculuğun başladı. Kendini bana bırak.” Omuzlarımdan sertçe tuttu. Ruhumu çekiyordu. Artık sonum gelmişti. Tüm günahlarım bir bir gözümün önünden geçmeye başladı. Bir taraftan da düşünüyordum; neden ben? Dünyada bu kadar günahkâr orospu çocuğu varken. Yavaş yavaş yanmaya başladım. Çok acı çekiyordum. Diri diri yanıyordum. Gözleri kıpkırmızıya kesti ve konuştu: “Vaktin geldi. Bugün Azrail’in benim. Bütün melekler arasında en büyük olan benim. İnsanlardan nefret ediyorum ve sen de o zavallılardan birisin. Öl ve cehennemime gel. Öl ve cehennemime gel. Öl. Öl. Öl…”

 

Çok acayip bir rüyaydı. Uyandığımda akşam çoktan çökmüştü. Canım salamlı sandviç istedi. Belki ondan sonra çıkar, birkaç bira içerdim. Çok acayip bir rüyaydı.

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala