Yayın yönetmenimiz İbrahim Kiras, geçen Cumartesi günkü yazısında ‘Bugünkü dünyada şiire yer yok mu?’ sorusu eşliğinde günümüz dünyasında şiir ve şairin durumuna dair yorumlar yapmıştı. Enis Batur’un Şiir Hayvanı kitabında geliştirdiği kimi görüş ve düşüncelerden yol almıştı. Kendisi de dergi çıkarmış bir şair olarak İbrahim Kiras, öteden beri şiire dair hem estetik hem de politik tartışmaların ne denli eksik ve hatta verimsiz geçtiğini bilir. Çünkü bizde bir meseleyi esastan tartışamamak diye bir hastalık vardır. Şiirin varlığı veya yokluğu, şiir kitaplarının baskı ve satış sayıları gündeme gelse konu hemen şahsileştirilir, kısır döngünün içinde bir bıkkınlık çamuruna dönüştürülür. Fakat şiiri konuşup tartışmak kendimizi esastan konuşabilip tartışabilmek olduğu için geri durmadan fikri olan herkesin her vesileyle söze girmesi gerekiyor.
Bütün dünyada olduğu gibi bizde de hayatın değişimi yepyeni zihniyet dünyalarının doğmasına sahne oldu ve insanın dille yaşadığı ilişki kökten sarsıldı. Hatta şöyle demek abartı değil artık günümüz insanı neredeyse dile hiç ihtiyaç duymuyor. Onun yerine sembollerle örülmüş ve ömrü gündelik hayatla sınırlı bir dar dil yerleşiyor. Bir hayat duyargacısı saydığımız şairin olup bitenlerden habersiz olduğu söylenebilir mi? Bu hükme varmak için elde yeterince veri var mı? Kurguya dayalı yerli ve yabancı yüzlerce kitap basılıyor her ay Türkiye’de ve hatırı sayılır ölçüde dışarıya döviz gitmekle kalmıyor asıl kültür ithal ediliyor. Ülkemizdeki ithalata bağımlı üretim döngüsü sanılmasın ki sadece sanayi alanında gerçekleşiyor. Kağıt dahil matbaacılığa dair hemen her kalem ithal. Bu hengamede şiir kitaplarının hayata atılma şansı neredeyse yok derecesinde. Gerçi şiir dosyaları gelip gidiyor, şiir yazılması hız kesmiyor fakat sonuç ortada.
Elde yeterince veri var mı diye sormuştum bu durumu değerlendirecek? Mesela, bizde şiirin yazılıp yazılmadığı ve eğer yazılıyorsa bunun estetik niteliğine dair görüş bildirecek yeterince takipçi var mı? Eleştirmenden bahsetmiyorum. Zevk sahibi, şiiri bilen insanları kastediyorum. Eleştirmen ünvanlı varlığın bir statü dağıtıcısı olmak yanında bir trafik polisi tavrıyla gelip geçeni yönlendirmeye kalkması yeni huy değil. O yüzden Cemal Süreya, ‘Türkiye’de kimin şair olup olmadığına şairler karar verir’ der. Buna benzer bir görüş Yahya Kemal’de de var. Kısacası bu ülkenin her köşeden her gün baş uzatmayan, provokatif tutumlarla insanları suistimal etmeyen şairleri ne olup bittiğini süzmeyi hep sürdürürler. Ne var ki şiir hakkında konuşanların çoğu mesela son on yılda ilk baskısı yapılan şiir kitaplarını açıp okumadıkları gibi, Varlık, Kitaplık, Buzdokuz, Versus gibi dergilerde neler yayınlanıyor bir görüşleri var mı? Edebiyatta takip olmadan hüküm verilip yorum yapılmaz fakat şiirde hele yakından izlemedikçe hiç düşünce oluşturulamaz.
Çünkü şiirdeki işleyiş yansıma kuralıyla değil toprak misali soğurma, içe alma şeklinde gerçekleşir ve zaman alır. Türkiye’de yaşanan büyük dönüşümlerin şiirde zamanla yer bulması onun reflekslerinin zayıflığıyla değil karakteriyledir. Kaldı ki modern şiirimizin son yüz yıllık macerası her tür güç ve iktidar tasallutuna rağmen kendi özgür/ özgül ağırlığına bağlı olarak gerçekleşir. Şu veya bu güç odağının gütmeye çalıştığı hiçbir şiir ayakta kalamamıştır. Bugün şiirimizin renkli, çeşitli, zengin, farklı ( Emre Söylemez, Atakan Yavuz, Zeynep Arkan, Zeynep Tuğçe Karadağ gibi.) nice şairine bakmak, onların öncesindeki Şeref Bilsel, Asuman Susam, Hayriye Ünal, Cevdet Karal, Birhan Keskin gibi nice şaire de sağlıkla bakma imkanını verecektir. Bizim sorunumuz bizim bugünden çıkıp geriye bakmayı başaramamaktır. Böyle olunca Enis Batur’a bakamaz olur ortam. Enis Batur’u okuyamayan geriye daha getiye estetik ölçütlerle nasıl gitsin?
İbrahim Kiras, yanılsama mı yoksa realite mi diye soruyor mevcut manzara için. Eğer yanılsama ve realite ikisi birden bize ait olacaksa ve buradan çıkış yolları aranacaksa ne söylenebilir? Fakat ne yazık ki böylesi tartışmalar kolayca odak kaybına uğratılmaya da teşne dururlar. Söz gelimi geçtiğimiz zamanlarda, şiir kitaplarının baskı sayıları ve satış rakamları konuşulduğunda popüler bir şair ‘benim böyle bir sorunum yok, okunacak şeyler yazarsanız sizinkiler de basılıp satılır’ diyebiliyordu. Oysa bizim şiirimiz hem okunma hem de yazılma tekdüzeliğinin dışında hep çoklu zenginlikle varolagelmişti. Dünyanın neresinde aynı anda İlhan Berk, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan’a rastlayabilirsiniz? Bugün de konu bu? Bu akışkan zenginliği kim okuyup anlamlandıracak? Yerli yerine koyacak? Önce okumak gerekiyor sanırım bunun için? Geçmişten değil, şimdiden çıkarak okunmak şart.