İçimde sevgilimle ilgili saklanan hainin ne zaman yuvasından çıkacağı pek belli değildir [her sevgili sevgilisi için içinde bir hain saklamalıdır halbuki] Öyle ki yeni bir şehre taşınmış olmak bile bu içte saklanan [iç neresi ki dışın sınırının öbür tarafı mı] haini provoke etmeye yetebilir. O haini çok güzel besler büyütürüm ben. Sevgilimin hoşuma gitmeyen bir sözüyle, tasvip etmediğim bir davranışıyla, çoğu zaman salaklığıyla ve sevgilimin göreli güzelliğiyle. Hain içimde her daim bir tanrı gibi hazır ve nazırdır. Tek bir işaretimi bekler [işaret uzak bir gelecekte mutlaka uyumaktadır] Oysa ben hain değilim ki. Sevgilimi çok severim. Hep severim. Onu ondan bile çok severim. Ama onu ondan bile çok sevmem içimdeki haini daha çok kışkırtır. Ne duruyorsun der bana içimdeki hain. Harekete geçsene. Harekete geçerim ben de. Sevgilimi ve onu ondan daha çok sevişimi dünyaya bir yalnızlık olarak eklerim. Dünya o andan itibaren hızlı bir şekilde harekete geçişime yanıt verir ve karşıma bir kadın çıkarır [ne duruyorsun der içimdeki hain bana, aşık olsana bu kadına] Önce bir durur düşünürüm [çünkü düşünce hızlıdır, doğadaki hayvanlara benzer her an yiyebilir ve her an yiyilebilir] Sonra öncelikle acı çekmem gerektiğini düşünürüm. Çünkü acı çekmek aşkın tek kanıtıdır [sonra içimdeki hain bana şah damarımdan bile yakın olan, ruhumla bedenim arasındaki sinirleri koparır] ve bu bana acı verir. Hah! derim işte şimdi oldu, acı başladı. Acının başlaması dünyadaki en hızlı kimyasal tepkimedir. Acı başlayınca benlik hızla kendini onarmaya, geçmiş tıpkı bayılma anında olduğu gibi küçük algılarda dağılmaya, travmalar saklandıkları yuvarlarda bilinçaltını emzirmeye, karanlık ve aydınlık ilke tıpkı başlangıçtaki gibi birleşmeye başlar. O an artık yapacak bir şeyim kalmamıştır. Belki beni bir haftalığına zaten terk etmiş olan sevgilime saç kurutma makinası götürebilirim en fazla. Ya da bana hediye ettiği tetrisi ona posta yoluyla değil bir ortak kadın arkadaş vasıtasıyla geri gönderebilirim. Saç kurutma makinasını verdikten sonra Kadıköy’de Bade birahanesinde oturup bira içebilirim. Belki yanıma bir adam oturur. Sohbet etmeye başlarız. Ben kadınların öldürülmesi gerektiğini söyleyip saçmalamaya başlarım. Sonra bunu yazmam gerektiğini düşünüp birahaneden hızlıca ayrılırım. Ancak dediğim gibi içimdeki hain [içimdeki yapay zeka] artık kontrolü ele geçirmiştir. Genellikle salondayken [yalnızca salondayken] içimdeki hain derimin gözeneklerinden yavaş yavaş çıkarak bedenime yayılmaya başlar. Sevgilim kanepede uzanır. Durduk yere ona sana ne yapmış olursam kendini ihanete uğramış hissedersin der içimdeki [artık içimde değil artık o bendir] hain. Sevgilim şaşırmaz, belki de şaşırır. Şaşırmak şaşırmamanın dağlardan nehirlere yuvarladığı bir kayadır. Başka birini seversen der sevgilim bana. İçimdeki haine yalvarırım [ki artık içimde değil gözeneklerimden bedenime ve oradan ağzım ve gözlerime yayılmıştır] ne olur derim ne olur söyleme. Hain bunu dinlemez. Pis bir şekilde sırıttığını hissederim. Ağzım oynamaya başlar. Başka birini seviyorum. Bu noktadan sonra görevini tamamlayan hain gözlerim ve ağzımdan gözeneklerime oradan da içime çekilir [tekrar içimdeki hain olur] Ne yapacağım derim ben şimdi kendi kendime [aslında sarhoşumdur, hem de çok] sızarım. Sabah uyandığımda terk ettiğim sevgilimin üzerime battaniye serip evden ayrıldığını idrak ederim.