Artık bilgisayarlar birbirleriyle konuştuğuna göre, bu internet ağı, kapitalizmi devirmeyi imkansız hale mi getirecek? Yoksa sonunda Aşil topuğunu ortaya çıkarabilir mi?[1]
Surveillance… Gözetim… Fransız Devrimi sonrasında devlet ya da devlet aygıtlarının baskısını anlatan bu kelime artık yoğun bir şekilde hayatımıza dahil oluyor. Surveillance, “Sur- (üstünde, üzerinde) + veiller (göz kulak olmak, bekçilik yapmak, izlemek)” köklerinden geliyor fakat daha derinlere gidersek Latinceye de ulaşıyoruz, “Veiller” Latince vigilare (uyanık olmak, dikkat etmek) fiilinden türüyor.[2] Kelimenin kullanılma sıklığı son 70 yılda neredeyse doğrusal bir şekilde artmış. Peki ne oldu da bu kelime bu kadar sık kullanılır oldu ve modern dünyamızda (!) nasıl oldu da gözetim artık kaçınamayacağımız denli bizi kuşattı?
Klasik kapitalist anlayış, özetle, temelde işçilerin emekleriyle ürettiği “artı değer” üzerinden sermaye birikimiyle çalışıyordu. Bir üretim hattı vardı ve Fordizm gibi modellerde gördüğümüz gibi zamanla işçilerin de belli satın alma güçleri yaratılarak iç piyasanın sürdürülebilir olması sağlanmaya çalışılıyordu. Ürün ortaya konduktan sonra dağıtım ve reklamcılıkla satışı yapılıyordu ve tüketici bu ürünleri otonomisini kullanarak seçiyordu. Satışlardan elde edilen kârlarla sermaye sahipleri yeni yatırımlar yapıyordu ve böylece paranın akışı yine göreceli olarak sağlanıyordu. Rekabet üzerinden -görece- fiyatların düşüşü sağlanıyor ve devletin müdahalesinin olmaması -Laissez Faire- savunuluyordu. Arz-talep oldukça belirleyiciydi.
Fakat internetin dünya sahnesine girmesiyle bu klasik kapitalist anlayış yavaşça yerini Shoshana Zuboff’un deyimiyle “Gözetim Kapitalizmi”ne bırakıyor. Hatta bu noktada oldukça ileri giden bir başka ekonomist ve düşünür Yanis Varoufakis, kapitalizmi kapitallerin öldürdüğünü söylüyor ve artık yeni bir ideolojiye; tekno-feodalizme geçiş yaptığımızı dile getiriyor.[3] Peki gözetim kapitalizmi ve tekno-feodalizm, klasik kapitalist anlayıştan nasıl farklılaşıyor?
Klasik anlayıştaki kapitalizm, işçilerin ürettikleri artı değer üzerine kuruluyken gözetim kapitalizmi ise kullanıcıların gölge emekleriyle (shadow labor) yani ekran başındaki geçirdikleri süre, deneyim ve veriyle (ham madde) ürettikleri davranışsal artı değer (behavioral surplus) üzerine kurulu[4]. Üstelik fiziksel bir üretim hattı yerine daha çok ekrana bakmanız, dikkatiniz, bilişsel yapınız ve bilinç dışı arzularınız üzerine kurulu psikolojik bir üretim hattı var. Ve burada kesin bir fark var: Kullanıcılar çoğunlukla emeklerinin yani üretim hattında olduklarının farkında bile değiller. Ama nasıl olabilir bu? Google üzerinden bir örnek verecek olursak: Gün içerisinde pek çoğumuz birçok şey aratıyoruz -gölge emek- ve bunların karşılığında enformasyon alıyoruz fakat Google tüm aramalarınıza erişebildiği için siz de ona kendi hakkınızda veriler sunmuş oluyorsunuz. Sonra bu veriler gün geçtikçe artıyor, toplanıyor, sınıflandırılıyor ve psikologlar tarafından analiz ediliyorlar (behavioral surplus). Bunlar yalnızca aramalarınızdan da oluşmuyor; fotoğraflarınız, videolarınız, tıbbi geçmişiniz ve daha fazlası… Hatta Google’ın verilerinizi zorla, gizlice elde ettiği belli durumlar da olabiliyor.[5] Tüm bunlar üzerinden Google sizin hakkınızda “davranışsal tahminler/çıkarımlar” üretiyor ve bu tahminleri/çıkarımları reklam verenlere satıyor ve siz de Google’ın önünüze çıkardığı o -kışkırtıcı, arzu edilir- kitabı ya da ürünü alıyorsunuz. Böylelikle Google bu şekilde sermayesini artırıyor ve bu sermayeyle de kullanıcı deneyimini iyileştirmeye çalışıyor çünkü siz ne kadar fazla veri paylaşırsanız Google o kadar kâr elde ediyor. Ve klasik kapitalist anlayıştaki rekabete ise burada yer yok çünkü Big Tech tüm piyasayı tekeline almış gibi gözüküyor.
Tekno-feodalizm anlatısına göre ise Google/Apple/Amazon’u feodal topraklar olarak görebilirsiniz. Feodal düzende serfler nasıl ücretsiz emeklerini feodal lordlarının toprağını işlemek için veriyorsa bugün biz de tıpkı serfler gibi ücretsiz emeğimizi tekno-feodal lordların (Dijital Mülkiyet Sahipleri; Jeff Bezos, Elon Musk vb.) uygulamalarını ilerletmek için veriyoruz. Onlar da bu sayede klasik kapitalizmdeki klasik sermayeden farklı olarak Bulut Sermayesini (Cloud Kapital)* artırıyor.[6] Ve klasik kapitalistlerden farklı olarak tekno-feodal lordlar, kârlarını yeni yatırımlar yapmak için kullanmaktan ziyade rant mülklere yatırıyorlar ve bu da mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor. Hatta yakın siyasi tarihte yaşanmış bazı siyasi olayları da bu perspektiften açıklayan Varoufakis, Trump’ın 2019’da Çin’in teknoloji şirketi Huawei’ye Google’ın Android işletim sistemini yasaklamasını “Küresel Bulut Tımarı” çatışması olarak nitelendirirken, Elon Musk’ın “Twitter”ı satın almasını da tekno-feodal bir adım olarak görüyor. [7]
Bu noktada hangi anlatıyı seçerseniz seçin, ister gözetim ister tekno-feodal olsun, derin bir şekilde gözetlendiğimize ve internet uygulamalarının bizi belli açılardan sömürdüğüne eminiz. Peki bunu hayatın hangi alanlarında hissediyoruz? Nasıl kendisini gösteriyor? Gözetlenme hikâyemiz bireysel ölçekte nasıl işliyor?
Mahremiyette Kayıt Dışı
Göz baskıdır. Bir topluluğu gözle inşa ederseniz, o bir baskıdır. Kimsenin o gözden kaçması mümkün değildir. [8]
Evinizde otururken canınızın kahve çektiğini fark ettiniz. Bu sefer bir kafede kahvemi içip biraz sosyalleşeyim diye düşündünüz ve hazırlanmaya başladınız. Önce evinizdeki tüm fotoğrafları ve video kasetlerini toplayıp bir kutuya yerleştirdiniz, sonra yazdığınız tüm yazıları bir dosyada topladınız, bileğinize takip cihazınızı taktınız, en son neye ne kadar harcadığınızı not aldığınız kağıdınızı, nelerden hoşlandığınızı ya da hangi filmlerde ağladığınızı yazdığınız günlüğünüzü bir çantaya doluşturup evden çıktınız. Yol boyunca binlerce insanı sizin gibi geniş, ağır çantalarla ve hızlı adımlarla yürürken gördünüz. Kafeye geldiniz ve kahve almadan önce tüm eşyalarınızı garsona bıraktınız, o da onları güvenli bir şekilde saklayacağını söyleyerek kafedeki diğer insanların eşyalarının bulunduğu üst kattaki oldukça geniş odaya bıraktı. Kahvenizi alıp içeri geçerken tüm insanlar size bakıyordu. Bu insanlar oldukça farklı uyruktan, yaştan ve gelenektendi. Sizinle ilgili düşüncelerini pervasızca dile getiriyorlardı. Geçip oturdunuz bir köşeye. Aklınızdan geçen ilk şey, neden bu denli eleştirildiğiniz oldu. Haklı olabilirler miydi? Sadece dışarıdan görmüşlerdi sizi, acaba bu elbise olmamış mıydı? Burnunuz hafif eğik olabilir miydi? Kilo mu aldınız acaba? Tüm bu düşünceler aklınızdan geçerken garson geldi. “Acıbadem Kurabiyesi” ister misiniz? diye sordu. Bayılırım dediniz ve birkaç kurabiye satın aldınız. İyi günümdeyim herhalde diye düşündünüz. Sonrasında yan masada sizinle benzer giyim tarzına sahip birisi ilginizi çekti. Yanına yaklaştınız, kitaplardan muhabbeti açtınız. Ne kadar benzer zevkleriniz vardı… Sohbetinizin ortasında garson gelip karşınızdaki kişiye ondan hoşlanan birisinin gönderdiği hediyeyi verdi. Onun bir başkası tarafından arzulanıyor olması sizde de bir arzu yarattı. Bu heyecanlı karşılaşma çişinizi getirdi ve tuvalete doğru koyuldunuz. Tuvalete giderken garsonun eşyalarınızı bıraktığı odanın kapısının açık olduğunu fark ettiniz. İçeri girdiniz. Tanımadığınız birkaç kişi çantanızı açıp tüm eşyalarınızı masaya dağıtmıştı; eski sevgilinizin doğum gününüzde size pişirdiği “Acıbadem Kurabiye”sinin olduğu fotoğraf, daha önce aldığınız kıyafetlerin listesi, okuduğunuz kitaplar… Diğer masalar da başkalarının fotoğraflarıyla, anılarıyla, düşünceleriyle, listeleriyle doluydu. Odadaki kişiler de korkmuştu, hemen sizi odadan çıkarmaya çalıştılar. Öfkeliydiniz fakat bu hiçbir işe yaramıyordu. Eşyalarınızın bir kopyası kafede kalacak şekilde kafeden atıldınız. Pek çok yerde hakkınızı aramaya çalışsanız da pek bir sonuç alamadınız. Eve dönüş yolunu tuttunuz. Daha önce denemediğiniz bir yoldan eve geçerken bileğinizdeki takip cihazınızın yanıp söndüğünü fark ettiniz. Umursamadan eve döndünüz. Tüm eşyaları tekrar yerleştirdiniz. Koltuğunuza uzandığınızda gözlerden uzak olmanın huzuru içerisindeydiniz. İçinizden, insanın unutulmaya hakkı olmalı dediniz. Ve uyudunuz.
Bu hikaye her ne kadar size uzak gelse de aslında bu sizin “gözetlenme” hikâyeniz. Sadece birkaç fark var: Siz verilerinizi bir çantada değil küçük bir telefonda taşıyorsunuz ve tüm bu olan bitenler çok daha hızlı gerçekleşiyor. Bunu şu an bile teyit bile edebilirsiniz: Google Play Store ya da App Store’a girip önünüze çıkan ilk uygulamaya tıklayın, ekranınızı aşağı kaydırıp paylaşılan ve toplanan veriler kısmına bakın. Orada hangi verilerinizin elde edildiğini ve bunun başka şirketlerle de paylaşılıp paylaşılmadığını görebilirsiniz. Nitekim bugün Google’a veri gizliliği konusunda, dünya çapında, açılan davaların sayısı bilinmiyor. Ayrıyeten Google özelinde konuşursak verileriniz sadece telefonunuz üzerinden de çalınmadı; 2010 yılında patlak veren “Wi-Spy” skandalında Google’ın haritalar uygulaması için sokakları gezen aracının, insanların Wi-Fi ağlarından, fotoğrafları ve videolarından tıbbi geçmişlerine kadar verilerini çaldığı ortaya çıktı.[9] Bu olay evinize giren bir hırsızın sizin fotoğraflarınızı çalması şeklinde gerçekleşseydi muhtemelen unutamayacağınız kötü bir anı olurdu ve sizde büyük öfke yaratırdı. Bu durum, aslında bizim veri hırsızlığına karşı ne kadar savunmasız olduğumuzun da bir göstergesi. Ve her şeyden önce burada cevaplanması gereken bir soru daha var: Bugün kaçınız en özel bilgilerini evinde saklıyor? Neredeyse her şeyin dijitalleşmesiyle birlikte en özel saklama alanı evlerden ziyade telefonunuza dönüşmüş durumda, bu da sizi tehditlere açık hale getiriyor. Bugün en özel konuşmalarınızı sürdürdüğünüz WhatsApp’ın, sürekli fotoğraflarınızı yüklediğiniz Instagram’ın ve vakit geçirdiğiniz Facebook’un sahibi olan Meta’nın da veri gizliliği geçmişi pek temiz değil, şirket daha önce 50-70 milyon insanın verilerini Cambridge Analytica şirketiyle paylaşmıştı.[10] Bu şirketler için sizin kişisel bilgileriniz, kendi üretimlerini iyileştirerek, kara dönüştürecek birer araçtan fazlası değil. Siz, ücretsiz emeğiniz ve deneyimlerinizle, öngörülebilir satışlar için oluşturulmuş büyük veri havuzundaki bir damlasınız. Hatta daha ileri gidersek, otonomisi istila edilmiş, özgürlük yanılsaması içinde pasif bir tüketici kovanının üyesisiniz. Böyle olmanız için yoğun bir davranışsal uğraşın olduğunu da belirtmek gerek. Stanford Üniversitesi “Behavioral Design Lab” ya da Google, Facebook gibi şirketlerde çalışan psikologlar sizi manipüle etmeyi ya da yönlendirmeyi başaracak çok değerli bir şeye sahipler: Bugüne kadar hiçbir psikoloğun hayal edemeyeceği kadar büyük bir veri tabanı. Bu veri tabanını onlara sağlayan da sizin uygulamalara kaydolmanız, günlük olarak uygulamalara giriş yapmanız ve uygulama içinde vakit geçirmeniz. Bu veri tabanını kişilik modellemelerini yapmak ve bunun üzerinden “davranışsal modifikasyon” ya da çıkarım yapmak için kullanıyorlar.[11] Bunu gerçekleştirirken psikometriden fazlasıyla yararlanıyorlar. Önce sizden verileri topluyorlar, sonra sizi beş faktörlü ya da on iki faktörlü kişiliklere göre sınıflandırıp reklam davranışlarınızı buna göre öngörmeye çalışıyorlar ve son olarak sizi manipüle ederek satışa yönlendiriyorlar. Kapital anlatının her zaman (!) kutsal tuttuğu bireysel otonomi gittikçe önemsizleşiyor. Hisleriniz bile bu gözetim ideolojisinden payını alıyor. “Realeyes şirketinin SEWA projesi”; bilgisayarların mikro ifadelerinize odaklanarak, izlediğiniz bir içerikle aranızdaki duygusal ilişkiyi açıklaması üzerine kurulu.[12] Yani bilgisayarların duygularınızı okuyabilmesini ve duygusal davranışlarınız hakkında öngörüde bulunabilmesini sağlamayı amaçlıyor. Peki bu duygusal davranış öngörüsü reklam endüstrisiyle daha ne kadar bağdaştırılacak? Tam olarak bilinmiyor. Önümüzdeki yıllarda bilişsel ve duygusal olarak istila edilmenizi önleyecek hiçbir yasal düzenleme de ortalarda gözükmüyor. Üstelik tüm bu veri ihlali ya da gözetim sorunu sanki teknolojinin doğal akışının bir parçasıymış gibi lanse ediliyor. Halbuki tüm bu gözetim, teknolojik gelişmelerin bir yan çıktısı değil, bile isteye yapılmış modern bir gasp…[13]
Güzellikte Kayıt Dışı
Hangi alanda olursa olsun, mükemmellik korkutur ve en uygar toplumlarda bile ermişe ya da dâhiye karşı duyulan korkunun açıklanmasını, mükemmelliğin bu kutsal ya da büyüksel değerlerinde bulabiliriz; ancak mükemmellik bu dünyaya ait bir nitelik değildir. Dünyadan değildir, öte taraftan gelmektedir.[14]
17. yüzyılda şanslı bir soylu olarak doğsaydınız Versay Sarayı’nın aynalarla dolu odasını belki görebilirdiniz. 14. Louis’in bütün ihtişamını yansıtan bu aynalar, o dönem oldukça değerli, nadirdi ve günlük hayatta kendinize bakmanız için özel aynanızın olması çok zor bir ihtimaldi, kendinize ait bir ayna için iki (2) yüzyıl daha beklemeniz gerekiyordu.[15] Bugün ise her yönden kendinizi görebileceğiniz binlerce ayna tarafından çevrilmiş durumdasınız, hatta kamera ve video gibi seçenekleri de sayarsak, tarih boyunca kendisine en fazla maruz kalan nesil ve tür sizsiniz. Peki bugün bunca aynada, kamerada ya da videoda kendinize baktığınızda neler görüyorsunuz? Bugün genç kızların ve genç erkeklerin bu soruya cevap olarak “yetersizlik” deme olasılıkları oldukça yüksek olabilir. Nitekim ergenliğin getirmiş olduğu kimlik karmaşası insanın aynalarla başını belaya sokabilir fakat durum bununla kalsa oldukça iyi olurdu. Bugün pek çok genç aynada kendini olduğu gibi görmüyor, gözetim kapitalizminin sosyal inşasının ulaşılması güç ölçütlerine ulaşamamış, başarısız ve yetersiz olarak görüyor. Çünkü Chul-Han’cı bir “olumlu”nun kapanına kısılmış bir halde buluyor kendisini. Nitekim, benim yazıma da ilham veren ismiyle, kayıt dışı bırakılıyor.
Kayıt dışı bırakılma döngüsü ise “sosyal karşılaştırma” ile başlıyor, Instagram’a giriyorsunuz ve algoritmanın öne çıkardığı “şişirilmiş profiller”in kışkırtıcı imgelerine maruz kalıyorsunuz, bu imgeler gerçeklikle çok az uyumlu bedenler, olaylar ya da figürler olabiliyor hatta yer yer pornografik bir sergiye dönüşebiliyor. [16]Tüm bu hengamenin ortasında fırsatları kaçırıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz, bu da sizde sosyal kaygıya neden oluyor, buna psikolojide “Fomo” (fear of missing out) deniyor. Fakat gözetleme aygıtları için sizin bu kaygınız, davranışsal artı değer’e çevrilebileceği için oldukça değerli. Bu mobil pazarlamacılığın size bir “yaşam örüntüsü pazarlama”sının bir ayağı. Birkaç araştırma sosyal medyadaki bazı profillerin, özellikle de genç kadınların, kişilerde yetersizlik hissetmelerine neden olduğunu doğrular nitelikte.[17] Pek çok şirket; sosyal medyada gördüğünüz, okuduğunuz ve size bilinç dışınızda yetersizlik hissettiren şeylere sizi sürüklüyor olabilir, sizde bir tatminsizlik yaratıp yeterli hissetmeniz için ihtiyacınız olan şeyi size satmaya çalışıyor gibi duruyorlar. Bu aslında klasik kapitalizmin başlarında Edward Bernays’ten bu yana reklamcılıkta kullanılan ve temeli psikanalitik çıkarımlara dayanan bir yöntem fakat artık daha yakınınızda, tek tıkla yanınızda.[18]Nitekim John Berger’in da dediği gibi Bütün reklamlar huzursuzluk duygusunu işler. Her şey paraya dayanır; parayı ele geçirmek huzursuzluğu yenmek demektir. Reklamın dayandığı temel huzursuzluk şu korkudan doğar: Hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun. [19]
İşin psikolojik zararları ise bununla sınırlı kalmıyor, Facebook ve Instagram alışkanlıkları incelenen bazı kişilerde -özellikle genç kadınlarda- kendini objeleştirme eğilimleri ve vücut algısına yoğunlaşmış kişisel değer algısına rastlanmış.[20] Bugün pek çoğumuzun uzun yıllardır Instagram kullandığımızı da düşünelim, belki de ilişkilerde ya da kendimize dair bazı yakınmalarımızın sebeplerinden birisi de bu olabilir. Bir diğer çalışmada da belli derecelerde Facebook kullanımının, iyi oluş halini tehlikeye soktuğu ve zayıflamış akıl sağlığıyla bağlantılı olabileceği öne sürülüyor.[21] Zihniniz, saatlerce ideal bedenlerin, ideal profillerin ya da ideal kısa videoların arasında boğulmak için evrimleşmedi, o denli mükemmel olabilecek hiçbir şey hayatta bulunmuyor. Bunu günümüzden binlerce yıl öncesinde yaşamış belli topluluklar bizden çok daha iyi anlamış olmalı ki mükemmelliğin öteki dünyadan geldiğine inanmışlardı. Bugün ise mükemmellik her yerde; reklam panolarında, Instagram fotoğraflarında, Snapchat filtrelerinde… Ergen kızlar arasında yaygın kullanılan Snapchat filtreleri bir bozukluğa adını bile vermeye başladı: Snapchat Dsymorphia.[22] Bu kişiler filtrelerde gördüğü yüzü o denli beğeniyor ki, plastik cerrahlara bunu sıklıkla talep ediyorlar. Muhtemelen bu kişiler sosyal medyada ciddi bir sosyal baskıyla, sosyal karşılaştırmayla karşılaşıyorlar. Belki de aşka ya da sevilmeye uygun olmanın ön koşulunu bu şekilde karşılayacaklarını düşünüyorlar. Halbuki aşkın ya da kabul edilmenin -her ne kadar dış görünüşle belli ilişkisi olsa da- salt dış görünüşten ziyade kültür, kişilik, eylemlilik, içsel dinamikler ve politika gibi karmaşık süreçlerle de derin bir ilişkisi var. Fakat tam bu noktada, bir ayrımda bulunmamız gerektiğini de düşünüyorum: Aşk ve romantizm ayrımı. Psikanalist Todd McGowan’a göre Kapitalizm bize artık aşk sunmuyor, onun yerine tanışma uygulamaları üzerinden travmatikliği azaltılmış, yüzeysel ve harcama temelli bir romantizme bizi yöneltiyor.[23] Durum böyle olunca sevmeye, sevilmeye ve bir ilişki kurmaya dair fikirlerimiz ve arzularımız da bu durumdan etkileniyor. Sonrasında kendimizi verilerin güvenli (?) kollarına bırakıyoruz. Bugün Amazon verilerinizi kullanarak size okuyacağınız kitabı önerebiliyor, peki hayatınızın aşkını önerseydi? Amazon yapmasa da bunu yapan pek çok meeting uygulaması mevcut. Peki ama aşkı böyle bulmak mümkün mü? Bu da oldukça derin bir başka konu… Tüm bu durumlardan kaçmak da oldukça zor çünkü “sosyal baskı” ve “iletişim gerekliliği” ile karşılaşıyorsunuz. Bu olumluluk kovanı içerisinde olumsuzluğa da hiçbir şekilde yer yok, her şeyin değeri “beğendim/like” ile ölçülüyor çünkü olumsuzluk bozucudur, başkaldırıcıdır, yeniden değerlendirmeyi gerektirir. Kovanlarda ise hiyerarşi vardır, aynılığı bozacak bir öteki; saflığı bitirecek, fanteziden uyandıracaktır…
Kapak Fotoğrafı: Shoshana Zuboff
[1] Varoufakis, Y. (2023). Technofeudalism: What Killed Capitalism.Penguin Books. (Kitapta Varufakis’in babasının sorduğu ve Varufakis’e ilham olan o soru.)
[2] Harper, D. (n.d.). Surveillance. Online Etymology Dictionary. Retrieved March 14, 2025, from https://www.etymonline.com/word/surveillance
[3]Varoufakis, Y. (2023). Technofeudalism: What Killed Capitalism.Penguin Books.
[4] Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier Power. New York: PublicAffairs.
[5] Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power. New York: PublicAffairs.
[6] Varoufakis, Y. (2023). Technofeudalism: What Killed Capitalism.Penguin Books.
[7] Varoufakis, Y. (2023). Technofeudalism: What Killed Capitalism.Penguin Books.
[8] Bentham, J. (2019). Panoptikon (Çev. B. Özarslan). İstanbul: Dost Kitabevi.
[9] Peters, J. W. (2019, Temmuz 22). Google finds cheap way out of multibillion-dollar Wi-Spy lawsuit. Los Angeles Times. https://www.latimes.com/business/story/2019-07-22/google-finds-cheap-way-out-of-multibillion-dollar-wi-spy-lawsuit
[10] Cadwalladr, C. (2018, Mart 17). The Cambridge Analytica files. The Guardian. https://www.theguardian.com/news/2018/mar/17/cambridge-analytica-facebook-influence-us-election
[11] CaPPr, Interview with Michal Kosinski on Personality and Facebook Likes, 20 Mayıs, 2015, https://www.youtube.com/watch?v=pJGuWKqwYRk.
[12] Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power. New York: PublicAffairs.
[13] Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power. New York: PublicAffairs.
[14] Eliade, M. (2003). Dinler Tarihine Giriş (Çev. L. Arslan). İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
[15] Bonnet, J. (2018). The Mirror: A History. New York: Routledge.
[16] Zuboff, S. (2019). The Age of Surveillance Capitalism: The Fight for a Human Future at the New Frontier of Power. New York: PublicAffairs.
[17] Cohen R, Newton-John T, Slater A. The relationship between Facebook and Instagram appearance-focused activities and body image concerns in young women. Body Image. 2017 Dec;23:183-187. doi: 10.1016/j.bodyim.2017.10.002. Epub 2017 Oct 19. PMID: 29055773.
[18] Curtis, A. (Yapımcı ve Yönetmen). (2002). The Century of the Self [Belgesel]. BBC.
[19] Berger, J. (2017). Görme Biçimleri (Çev. Y. Salman). İstanbul: Metis Yayınları.
[20] Pentland, A. (2014). Social Physics: How Good Ideas Spread—The Lessons from a New Science. New York: Penguin Press.
[21] Pentland, A. (2014). Social Physics: How Good Ideas Spread—The Lessons from a New Science. New York: Penguin Press.
[22] Ramphul K, Mejias SG. Is “Snapchat Dysmorphia” a Real Issue? Cureus. 2018 Mar 3;10(3):e2263. doi: 10.7759/cureus.2263. PMID: 29732270; PMCID: PMC5933578.
[23] McGowan, T. (2016). Capitalism and Desire: The Psychic Cost of Free Markets. New York: Columbia University Press.
Şununla paylaş: