UTANÇ TUTAR SENİ DAİREDE – Meltem Gürlevik’in Herkes Yolunda’sı – Ayşe Şirin Çakmakçı

Bu Çağ Dergi > Genel > Sanat > Tiyatro > UTANÇ TUTAR SENİ DAİREDE – Meltem Gürlevik’in Herkes Yolunda’sı – Ayşe Şirin Çakmakçı

UTANÇ TUTAR SENİ DAİREDE – Meltem Gürlevik’in Herkes Yolunda’sı – Ayşe Şirin Çakmakçı - Bu Çağ Dergi

 

Bir hikâyenin sonunu bilsek, başlar mıydık onu izlemeye? Bu sorunun daha özelini kendime sorup duruyorum son günlerde, başlar mıydım o sayısız arkadaşlığa, dostluğa, sevgililiğe, sonlarını bilsem. Klişe bir şekilde, yolculuktur hikâyeyi belirleyen desem de sonların baskın ağırlığı üzerime çöküyor.

 

Herkes Yolunda’da hikâye benzer bir şekilde sonuyla belirleniyor. Sonun kendisi, karakteri bir dairenin içine hapsediyor. Daire hem metaforik olarak bir daire, yuvarlak olanından, aynı zamanda da bir apartman dairesi. Bu dairenin içinden çıkıp gitmeden önce bir bedel mi ödemek gerekiyor? Adını bilmediğimiz bu karakter, yalnızca daireden çıkmak istiyor. Bu daire ki bir zamanlar onun evi, onu bir çıkmaza sürüklüyor. Karakter bir kadın ve 21. yüzyılın kadını, çağdaş bir kadın olduğunu anlıyoruz. Bir zaman sonrasında büyük şehirde yaşamaya başlamış, o zamana kadar bozkırda bir aile evinde büyümüş. Aslında İstanbullu pek çok arkadaşımın bağ kurabileceği bir başlangıç hikâyesi bu. Karakterin tek yapması gereken, ince bir çizgiyi geçmek. İnce, hafif, yumuşak bir çizgi bu. Bir tül. Yani sınır yumuşak. Ama yumuşak olan sınır aynı zamanda fazlasıyla esnek, bu esneklik onu aşılması imkânsız hale getiren şey.

 

Beni müthiş bir neşe kaplıyor Herkes Yolunda’yı izlerken. Tek kişilik bir kadın oyununu izlemek, kadına indirgediğim yerden değil tek başına sahneye hâkimiyet kurmanın bir gelenek olarak feminist bir iradeyi gösterdiğini bildiğim yerden neşeleniyorum. Kendi hikâyeni, herhangi bir hikâyenin yan karakteri olmadan, kendi bakışını, başka bir bakışın, genellikle egemen olan bakışın objesi olmadan ifade etmek bizim ihtiyacımız diye düşünüyorum. Meltem Gürlevik, Ruth Draper’larla başlayan bir silsileye uyarak birçok karakteri ama bu sefer karakterin kafasındaki karakterleri canlandırıyor bizlere. Ama en başından itibaren öznel, biricik bir dünyanın içinde olduğumuzu biliyoruz. Ne mutlu bize.

 

Bu öznel, biricik dünya, terk edilmenin yarasıyla hastalanmış. Gitmek, terk etmekle, çıkmak gitmekle, her şey ise sadık kalmak, kalmakla yansımasını bulmuş. Gitmek adını verdiğimiz bu esnek sınır, işte bu yüzden geçilemiyor. Karakter bu obsesif dairenin etrafında dönüp duruyor. Belli bir eylemi yerine getirmek için belki sayısız ritüeli atlatması gerekiyor. Sürekli zihni yeni engeller, yeni bahaneler oluştururken, karakter bizi onu anlamamız için bir anı denize atıyor. Anılar ve rüyalar. İşte, oyun dinamizmini burada buluyor. Kokular bu anıların tetikleyicisi oluyor çoğu zaman. Kokular bir hayalet gibi dadanan bir özelliğe sahipken aynı zamanda gidenlerden kalan tek iz. Bu yalnız ve obsesif karakterin meselesi ne diye düşünüyorum.

 

21. yüzyıl kadınları, Türkiyeli kadınlar, 90’lı yılların çocukları olarak, birçoğumuzun dostu çekip gitti. Değil mi? Bir sebepten biz kaldık. Ben üniversitedeki yakın arkadaşlarımın çoğunu Berlin’e yollamışken, Herkes Yolunda bana da çok dokunaklı geliyor. Evet, o veda partilerinde, arkadaşlarım daha umutlu bir geleceğe adım atarken, geride kalmanın karamsar terk edilmişlik hissi bana kalıyor. Üstüne bir de giden sevgililer ekleniyor. Hayır, ama hiçbiri bu daireden çıkamamanın sebebi olamaz. Ben ve karakter. Biz neden dairedeyiz?

 

Utanç. Utanç tutar seni dairede demek istiyorum.


Bu döngüsel düşüncelere ben alışığım. Kendimle olan mücadelelerimden, dostlarımdan, hiç bitmeyen o korun içinde olan o iltihaptan kaynaklanan, dönen duran dairelere alışığım. Utanç dairesi diyorum fırsat buldukça. Utanç sana seninle ilgili bir problem olduğunu söyler. Suçluluktan farklıdır. Utanç senden yok olmanı ister, suçluluksa değişmeni. Belki de bu yüzden kendini yok eden dairelerin içine giriyoruz biz karakterler. Kendi sahnemizde dönüp duruyor, kafamızdaki karakterleri oynatıyoruz. Ama en sonunda utancın kendisiyle yüzleşiyor, belki oradan bir suçluluk payı çıkartıp borcumuzu ödüyoruz. Belki de bedel, utancımızla yüzleşmek.

           

Herkes Yolunda neden önemli bir hikâye? Bana dairelerden, utançtan, aslında çok bahsetmek istediğim çocukluktan, annemden, teyzemden, kaybettiklerimden ve geride kalmaktan bahsettirdiği için mi? Bunların hepsine evet. Biz kadınlar ve lubunyalar, kalkıp kendi hikâyemizi anlatmaya mecbur hatta bununla görevli olduğumuz için mi? Evet, defalarca kez evet. Yurdumuzu, bizi derinden etkileyen göçten bahsettiği için mi? Bunlar kesinlikle var. Ama her şeyden öte, bir yas oyunudur Herkes Yolunda. Hayat devam ederken, kristalize olmuş yasın içinde kalmanın, orada yıllarını geçirmenin ama aynı zamanda oradan çıkıp gitmenin oyunudur. Hikâyelerin bittikten sonra bizi güçlendirmesi gerektiğine inanıyorum. Meltem Gürlevik o sınırı aşıp, giderek “Kendi için, kendi adına ve kendi başına giderek” bana güç verdi. Teşekkür ediyorum.

 

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala