Kurgu İnsan’ın İnşası

Bu Çağ Dergi > Genel > Tefrika > Kurgu İnsan’ın İnşası

Kurgu İnsan’ın İnşası - Özgür Soydan

Dünya benim tasarımımdır. Schopenhauer

Ben kendimin cinsiyim; normsuz, yasasız ve örneksizim. Stirner

 

Buraya kadar açık bir niyet mektubu ve otobiyografik öğelerle başlayıp devamında mizahtan el alarak dar alan ve zamanlara hapsolmuş yaşama biçimlerine, kof siyasi faaliyetlerin hangi araçlar ve söylem biçimleriyle yol aldığına, anlamın kaypaklığına, nasıl ve kim tarafından kurulduğuna bağlı olarak gelişen yapısına ve kendi alanını korumanın önemine değinmeye çalıştım. Bunu yaparken yazınsal bir türe sadık kalmayıp metin denemeleri günlüğü olarak isimlendirdiğim bir üslup çeşitlemesiyle ilerlemenin imkanlarını kendimce denedim. Bu metinde ise bütün bunların doğal bir sonucu diyebileceğim birey olarak kurgu insanın inşasına geliyorum.

Birey yani bir ve biricik olan önce çok sonra tek midir? Çokluk mudur bir’i şekillendiren yoksa bir’liği çokluktan ayıran birtakım vasıfları haiz olmakla gelen şeye mi bu adı yakıştırıyoruz? Sözgelimi tanrı bir ise, ezeli ve ebedi oluşu zorunluluk sonucuysa ya da nedenlerin nedeni olmaklığıyla hep rücu edilen varlıksa birey olmakta tanrısal bir yan olabilir mi? Hazır cevaplarla ilerlenmeyecek sorular sorulduğunda insanın birey olarak inşasına girişmiş sayılıyoruz. Bu suretle mülkiyeti kendi biricikliğimiz üzerine inşa ederken ucuz bir egoizme hapsolmuyor özne sayısı kadar dünya olduğunu görüyor, kabul ediyor ve hazmetmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla tek tek fertlerin bu öznel deneyimleri üzerine inşa edilen yaşamlar, çokluğu şekillendirmeye başlıyor. Ve bir hadiste naklonulan, ben kulumun zannı üzereyim, ifadesine bu zaviyeden bakıldığında yaşamı tekelleştiren söylemlerin hoşgörüsüzlüğüne hayretle yola devam ediyoruz.

Kurgu insandan önce insana bakacak olsam, çokça tanımlama, sahiplenme, indirgeme arasından sıyrılarak insan, insan olmayandır derdim. Stirner’in deyimiyle unmensch. Bundan murat insan kelimesinin bagajındaki ağır yükten kurtulmak ve -dır/-dir etmenin az ötesine onu konumlamaktır. Buna mukabil insanın özünün arzu, istenç(wille) ya da nefs olduğu da tartışmasız bir gerçek. Hal böyle olunca keyfiyet olarak insanın başına bir kurgu örrmem anlaşılır olacak, dolayısıyla verili olanla sadece insan olunurken inşa edilen bir varlık haline gelen insan ister istemez bilinen anlamıyla insanlıktan çıkacaktır. Bu çıkışla inşa edilecek mülkiyet, insanın kendini yeniden keşfetmesiyle mümkündür. 

Toplumsallık belirli bir çıkar sağlasa da bahşettiği faydalar daima bireyin kolektif projenin hedeflerine uyması koşuluna bağlıdır. Bu projeye uymayanlar toplumdan şu veya bu şekilde aforoz edilecektir. Zaten hepimizin içinde kolektif ahlaka mugayir hareket eden bir özne gizli ya da açık olarak vardır. Dolayısıyla hiçbir toplum birey için tamamen tatmin edici olamaz. Sırça fanus, fildişi kule, avam-havas karşıtlığı gibi meseleler kendini korumak maksadıyla girişilen şeylerdir. Güncelden, gündelikten, kofluktan, vasatlıktan korunmak için inşa edilen yerler. Böyle bakıldığında filozofların, sanatçıların, kendiyle meşgul olmak isteyenlerin kaygıları görünür olacak Goethe’nin, dünya hassas kalpler için bir cehennemdir, sözüne muhatap olanlar böylece bir nebze kendilikleri içinde nefes alabileceklerdir. Çünkü hep az ve azınlık olmaya mahkumdur onlar.

Bugün Leibniz’in mümkün dünyaların en iyisi söylemi ya da Gazali’nin leyse fi’l-imkân ebde’u mimmâ kân ifadesi Gazze örneğini görenler için teolojik bir dalkavukluktan öteye gidememektedir. Bu durumda kusursuz bir dünyada yaşamadığımız göz önüne alınırsa çıplak realiteye tahammül edebilmek için birtakım kurgulara ihtiyaç duyduğumuz da berraklaşacaktır. İşte bu yüzden diş tırnakta, dünya yükünü sırtlamış yola devam ederken ancak kendi malımız olan bir anlamı üretmeden gerçek bir insan olmamız mümkün değildir. Bu doğrultuda kuracağımız insan bir peygamber insan yani günahtan, ratio’dan uzaklaşan insan değil düpedüz kusurlu, eksik, aciz, şöyle veya böyle bağımlı bir insandır. Doğumdan dil gelişimi için 3.5 yaş civarına kadarki kritik evrede hep ötekine bağımlı olan, belli bir yaşın üzerinde de yine temel yaşam fonksiyonları sağlıklı bir şekilde çalışmayan bir canlı olarak insan, başına gelen ve gelecek olanları bilmesi bakımından da ister istemez bu acziyetin sağlıklı bir şekilde taşınması için kendisine bir kurgu yaratmak ve bu kurguya iman etmek zorundadır. İşte sanat ve felsefe bu anlamda modern zamanların tabiri caizse dini haline gelmekte ve organik olarak anlam üretme faaliyetleri arasında belki de en önemli noktada konumlanmaktadır. Bu sebepten kendini anlamlı bir faaliyet sahası olarak sanat ve felsefe içinde var eden insana kurgu insan diyorum.

Elbette bütün bir toplumun sanatçı ya da filozof olması beklenemez. Buna gerek de yoktur. Toplumsal olarak birtakım ön kabullerin, ezberlerin ve konfor alanlarının himayesinde yaşamak elbette rahatlatıcıdır, sağlıklıdır, zorunludur. Anlamın üretilen bir şey olmak yerine verili olması da öyle. Dolayısıyla mağara alegorisindeki sırt çevirenlerin neye sırtını çevirdiğini unutmamak gerekir. Anlamlı bir yaşamak -e rağmen yaşamaktır. Sanata ve felsefeye sırtını çevirmişlere rağmen yaşamak… 

Kurgu insan bu noktada asla bir tamlık, mükemmellik hali içinde değildir. Bilakis o, rezillikten soyluluğa bir sarkaç gibi gidip gelen öznedir. Bu devinim sırasında kullandığı araç ister us ister muhayyile olsun kurgu insan her şeyden önce bir gözlemcidir. Duyuşun ve aklın ilerleyişini seyreden bir gözlemci. Tek tek şeylerin, nesnelerin ve canlıların onda bıraktığı izlere kayıtsız kalamayan bir gözlemci. Zaten buna kayıtsız kalmayı yani dünyayla lekelenmiş olmayı kaldırabilenler toplamına toplum diyoruz. Bu toplamdan sıyrılıp kendine eğilme ve kendini deşifre edebilme gücü olan fakat bunu kamusal alanda yapmak zorunda olan kurgu insan öz yaşamını görünmez iplerle bağlayıp bir kurmaca inşa ederken hangi kaynakları kullanırsa kullansın kalkış noktası hep kendi olmak zorundadır. Yoksa verimin sahihliği kendini sorgulatacaktır. Kendi yaşamımıza mal edilmemiş bir hakikat üzerimizde eğreti duracaktır çünkü.

Ezcümle kurgu insan, bir meselesi yani karın ağrısı olan ve bunu kendi ürettiği anlamla bir varoluş nesnesine iliştirebilen, yaşamı sürdürmek için sanata ve felsefeye sığınan ikincil doğasını (kültür) rab bellemeyen ve yeryüzünde şüphe ve tevazuyla ikamet eden onto-poetik bir varlıktır. Hölderlin dilinden söylersek, insanoğlu yeryüzünde şairane mukimdir. 

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Paylaş
Bağlantıyı kopyala