Bana doğru yansıyan uzay, içime göçen, ağzımdan sonsuza inen, ellerimi şarap yapan bir tuhaf döngüye dönüşüyor. Sanki dünyanın tavanına çakılmış bir salıncakta sallanıyorum. Bir ileri bir geri, hiç durmadan, hiç bitmeyecek gibi olan, rüzgârı alnımı yalayan, aşkın ilk hali, bebeğin ilk gülüşü, topların ateşlendiği, gemilerin yakıldığı, mahpushanelerin bir çift göze dönüştüğü kapalı bir kutuda. Bu benim zaferim. Anlamakla anlamlandırmak arasında mekik dokuyan. Bunu biliyorum. Seslerin olmadığı evren karmaşası. Bu düzen değil. Başka bir şey. Daha karışık gibi. Daha yok gibi. Daha olmamış gibi. İllüzyonlar. Size sunmak istediğim kafama hazır değilsiniz. Ozanlardan duyulacak sözlere hazır olunamaz. Onlar aniden kafana bir çivi gibi çakılır. Birden değişir mevsim. Birden bulutlar olur. Birden saçaklara yağmur vurmaya başlar. Ağaçlar parkinsonlu hastalar gibi titrer. Gün başa döner. Karanlık bir kafa uzanır dağların ardından. Sana on kez sorar, on çeşit kuş eşliğinde. O zaman başa dönelim. Geçen günlerin birinde şemsiyemi almadan yağmura çıkmıştım. Çünkü ben şemsiyeleri sevmem. Islanmak daha onurluca bir duruş gibi geliyor. Sahile yürümedim. Sahil yok. Ben de şehrin vücudunda boşluğu bulmaya yürüdüm. İki kadın geçti yanımdan. İki kuş dala sığındı. İki dişim kırıldı. İki kez alarm çaldı. Yürüdüm ve yürüdüm. En sonunda bir çöp kovasına vardım. Midem bulanıyordu. Kusmak istedim. Çöp kovasına doğru eğildim. Birden kova beni içine çekti ve gitmek istediğim yeri buldum. Cehennem. İçimi rahatlatacak, günahlarıma bir bedel çıkaracak yere. Ölmüş olmalıydım. Ölmüştüm. Filmlerde görmediğim tipte bir zebani yanıma yanaştı. Ördek kafalı bir insana benziyordu. Burası senin odan, dedi. Güçlüydü. Kolumdan sertçe tutup odaya fırlattı. Bana ne olacak, dedim. Günahların hesaplanacak ve çekeceksin, dedi. Neyi, dedim. Cehennemim kuyularını, dedi. Tamam, dedim. Orada tam on dört bin yıl kaldım. Çıktım. Cennet! Cennetteyim, dedim. Sonunda, dedim. Girebilirsin, dedi bu sefer ördek ayaklı insan kafalı, sakallı yaratık. Girdim. Umduğumu bulamadım. Sadece sevişmek istemiyordum. Herkes sevişiyordu ve herkes mutluydu. Ben mutlu değildim. Ananas yemek istemiyordum. Canım sadece dünyaya dönmek istiyordu. O saçma kargaşama. O belirsiz hayatıma. Hayır istemiyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Tek isteğim sonsuz modifiye. Evrim. Devrim. Ve kanat atakları. Buraya kadar her şey normalmiş gibi. Ama ondan sonra çok garip bir şey fark ettim. Cennetteki ruhlar kendini bilmiyordu. Bir çeşit esrar kafasına düşmüş, meczup ve mecnun haller içerisindeydiler. Oysa ben dünyayı böyle yaşamıştım. Mecnun ve meczup. Korkunç ve sevimli. Aynı anda iki uçlu duygu durum bozuklukları. Cennettekiler de hastalardı. Dünyadayken ben de hastaydım. Bir an önce bu duygulardan kurtulmak istiyordum. Cennetteki tek mutsuz bendim. Dünyada deli, cennette normal. Cehennemde yangın. Yani ben kusarak buraya geldiğimde birden olaylar tersine dönmüştü. Dünyayı istiyordum. Mecnun ve meczup günlerimi. Ne diye buraya geldim bilmiyordum. Sadece midem bulanmıştı. Midem bulandığı için utandım. Dünya cennetten ve cehennemden daha iyiydi. Tamam, ortalığı bok götürüyordu. Tamam, hiçbir şey düzelmiyordu. Tamam, ellerim her gün yeniden eriyordu. Ama sonuç. Dünyadaki kafamı kaybetmiştim. Anları kaybetmiştim. Hindistan cevizi yemek istemiyordum. Bin bir çeşit köy kahvaltısının ardından yetmiş yedi huriyle yetmiş yedi bin kez sevişmek istemiyordum. Cennetin en yüksek dağına çıktım. Hani şu peygamberlere komşu olduğun dağ. En tepeye tırmandım. Cebimden mendilimi çıkardım. Beyaz. Bir zümrüt dalına geçirdim ve tüm gücümle yere vurdum. Uyudum. Uyandım. Yağmur yağıyordu. Havayı seviyordum. Böyle havaları. Doğruldum ve eve doğru yürümeye başladım. Bu sahne sonsuz kez tekrar edecekti, bunu biliyordum. Eve vardım. Kapıyı anahtarla açtıktan sonra anahtarı vestiyere astım. Koşarak çalışma odasının kanepesinde duran battaniyeye sarıldım. Yağmur daha çok düğünde gelinle damada serpiştirilen simler gibi aheste aheste pencereme çakılıyordu. İllüzyonlar. Gerçeği bilmek istemiyordum. Cenneti istemiyordum. Zebanileri istemiyordum. Ateş ve esrar. Kafam parlaktı. Düşüncelerim berrak. Aşka ve deliliğe dönüşmüştüm. Daha doğarken bu meziyet bana verilmişti. Bilgisayardan bir şarkı açtım. Honey Bee. Arıya alerjim vardı. Çok kez ölmüştüm ve çok kez ölecektim.
Şununla paylaş: